
Alti üstü bi̇r nokta i̇şte
Metazori bir gülümseme değil
dilediğim hatta dillendirdiğim belki de kayışı olmayan bir araba ya da mevsim
ve gökte saklı duraklar ve gök kubbede saklı kara duvaklı gelinler.
Ölümsüzlüğe mi nazire ediyorum
severek ama daha çok ölüyorum her sevdiğimde.
Sevdiğim kadar insanları sessizlikle
iştigal bir ömür diliyorum evrenden ama çoktan dünde kalmış bir seyrüsefer ki
sessizliğin mizacında saklı fırtınanın da kopmasının an meselesi olduğu…
Belki de bir anı dilime gelen ve her
andığımda anılarımı bir şeyler kopuyor içimden.
Tıpkı…
Sıvası dökülmüş duvarlar gibi ve
sekiz sene boyunca içinde yaşadığım evimin bir gün gelip de yabancılara
kucağını açacağı bir kere bile aklıma gelmemişken. Üstelik dört duvar, diye
lanse eden emlak danışmanları.
Danışacağım kadar da insana
danışmışken bir ömür ve hala danışmanlık hizmeti beklediğim ve de sunduğum
seferi günler hele ki gezgin bir mahkeme gibi salındığım iç âlemimde dış âlemin
dediklerine kulak kabartıp ona göre de şekillendirmişken içimdeki çocuğu elbet
söz dinlemediği de gün gibi aşikâr yine de kepçe kulaklarından asıp da beyaz
sayfanın duvarlarına yetmezmiş gibi tek ayak cezası verip bir de eline kalemi
tutuşturup şiirler yazmasını emrettiğim.
Her anlamda kaç parçaya bölünmüşsem
bir ömür.
Böldüğüm sayılar gibi zihnimi de
böldüğüm ve ruhumdaki yamaları saklayıp yüreğimdeki boşluğu da kalemle doldurup
üstüne bir sürahi dolusu da soğuk su içip içimi resmen üşütmüşken tıpkı soğuk
algınlığı gibi alıngan olan mizacımla sıcak bir keşfe kanat açtığım.
Miadı dolan neyse ya da kim.
Aslında benim açımdan kendimin miadı
çoktan dolduğu için her gün farklı açılımlar resmediyorum ne zaman içimdeki
manzaraya dalsam dış âlemi unutup içimdeki b/ölmelerle iştigalim.
Sökün eden hangi duygu sarmalı ise.
Kıpırdamadan geçmez iken günüm bu yüzden
her masa başına oturduğumda kısa molalar verip volta attığım evin uzun koridoru
ki nelere şahit o koridor çocukluğumdan bu yana.
Elbet öğrencilik zamanımda elimde
ders kitapları ve notları kim bilir kaç bin kere gidip gelmişimdir o koridorda
üstelik üşenmeden ders notlarımı duvara yapıştırıp ezberciliğimi da sevgili ilkokul
öğretmenime borçlu iken.
Elbet ezberci sistemin dayatması bu
anlamda sözele geçtiğimde hayli sıkıntı yaşadığım gibi ezberciliğimle de çok
şeyin altına imza atmışımdır elbet tüm başarılarım ve diplomalarım dünde kalan
yoksa an itibari ile hala bir arayışın içinde olur muydum, bilmiyorum inanın
ki.
Bilgi açlığım.
İnsan sevgim.
Kendimle olan savaşım.
Bu anlamda içime kapanmak asla
yaramadı bana bu yüzden illa ki bir şeylerle meşgul olmalıyım hem de kendimi
bildim bileli.
Ruhumdaki salgın bazen öylesine
zıvanadan çıkarıyor ki beni:
Anlama isteğim ve de anlatmak adına
bir ömrü kaç parçaya böldüğüm ve farklı disiplinlerden faydalanıp içime
tuttuğum buna aynanın dahi yetmediği.
Aslında tek zerreden ibaret aciz bir
kul olmamın ötesinde küle dönüşmem belki de beni yeniden doğmaya teşvik eden bu
yüzden içimde saklı o seyyah yürek ve de sonsuzluğun ç/ağrısı ile gidip
geliyorum defalarca.
Direndiğim kadar da direttiğim.
Ama bir noktadan sonra pes edip her
şeyi bir anda elimin tersiyle itmemin bende yarattığı infilak.
Elbet öncesinde konu ne olursa olsun
elimden geleni ardıma koymazken fevri bir kararla da uzaklaştığım çok şey çok
da insan olmadı değil hani çünkü kendimi imha etmekten başka seçeneğim olmadı
asla eğer ki devamını getirseydim neye el attımsa hiçbir zaman da arkası
gelmedi ve de istikrarlı bir hayatım asla olmadı elbet meslek anlamında her
şeyi yüzüme gözüme bulaştırmanın tek getirisi belki de bende yarattığı beyin
fırtınası oldu elimi attığım ne ise bir o kadar bilgi birikimi ve hayal
kırıklığı ile illa ki beni yarı yolda bıraktı aslında benimdir beni yarı yolda
bırakan bu yüzden her vazgeçiş içimde asla iyileşmeyen yaralara yol açtı.
Günün müdavimi isem geceye de kapı
açıyorum günü terk edip.
Terk edemediğim elbet bu sefil dünya
ve de bedenim ki çok da istekli değilim ama her köşeye sıkıştığımda o meçhul
son bana pek bir cazip gelmekte.
Elbet ölümün neresi cazip, diyenler
olacaktır lakin beklentilerimiz yok sayıldığında üstüne üstük birileri sizi yok
sayarken imkânı yok siz sizi yok sayanları asla yok sayamıyorsunuz üstelik en
tepeye koyup aralıksız kendinizi sorguluyorsunuz, nerede hata yaptığınıza dair
bir çıkarımınız olmasa bile sadece basit bir çıkarma işlemiyle nihayetinde tüm
benliğinizi sıfırla çarpıp bir o kadar yutan elamana denk düşüyorsunuz elbet
yuttuğunuz çaresizliğiniz ve hayal kırıklıklarınız.
Sözcüklerin dahi etmediği durumlar
var ve siz ısrarla sonsuzluğu işaretleyip sonsuzlukla iştigalseniz asla da
hükmedemiyorsunuz sonsuz olmadığınıza fakat hayat öylesine çok bilinmeyenli bir
denklem ki kimse sizden rol çalan müdahale edemediğiniz gibi sıfırdan
başlıyorsunuz hikâyenize ama hep de kader son sözü söylüyor.
Bu yüzden noktalardan artık haz
etmiyorum hele ki nokta koyduğum sayısız enstantaneden sonra her hangi bir
yazıma ya da şiirime geçici de olsa nokta koymak istemiyorum gerçi…
Gerçi kimi zaman her şeye ama her
şeye hatta ömrüme bile kocaman bir nokta koyma isteği geçmiyor değil hani
içimden ama inancımla ve irademle bu duygumu bu istem dışı olayı yok sayıp
keyifsiz de olsam bir şekilde idame ettiriyorum işte hayatı ve rengim atsa da
kalemim solsa da sararsa da bir gün sonrasını yine ümitle bekliyorum bu yüzden
yeni günü sözüm ona bir gece evvelden uyarlıyorum elbet yazdıklarımla güne
zaten bir girizgâh sunuyorum aklım sıra.
Hayal kurmayalı epey oldu hani ama
kalem devreye girdi mi ister istemez hayal gücüm de yanıp sönmeye başlıyor
kalemin kalp atışına da elbet uymak zorunda ve ben sadece bir seyirci gibi baka
kalıyorum kalemin ve hayal gücümün gideceği noktaya kadar meraklı gözlerle
izliyorum nerede neyi nasıl yazacağını kalemin tıpkı kader gibi yarınlarımı ve
kendimi ve tüm sevdiklerimi Mevla’ma emanet etmişken…