
Bi̇li̇n ki̇mi̇m ben?
Genç irisi idi düşleri ve o, bir renk
cambazıydı.
Renklerle örerdi şafağın saçlarını ve
pırıltılar eklerdi sonra da düşerdi kelebeklerin peşine ve her birini yakalar
yutardı sonra da doğardı devasa kanatlarında rahmetin kocaman gözlü bir ipek
böceği olmanın verdiği haşmetle çıkmazdı da kozasından.
Sözcükler vardı besili yüreğinde
çünkü aşk ile iştigal idi ve sevmedi gün sönerdi umudu ve yüreği sonra da Tanrı
onu tefe koyardı.
Düşleri boyalıydı gözleri de.
Ne kadındı ne erkek ama aşkın ta
kendisi.
Ne insan ne tanrı ama kâinata denk
düşen.
Miadı dolan neyse ona ererdi: o ise
miladını illa ki güncellerdi.
Mermer mezar başlığı vardı sandığında
ve ölümü düşlerdi ama canlı da değildi ve canlansa da yüreği ses etmezdi soluğu
da çıkmaz sessizliğe tapınırdı.
Meşgule verirdi kimi zaman iç sesini
ve kulakları tıkalı duymazdı da dış sesin çağrısını.
Ağrılı idi yüreği ve sevdası ağdalı.
Latif idi ruhu ama belli etmezdi.
Arazdı.
Ayazdı.
Aymazdı.
Belki de bir dağdı kürediği
yamaçlardan göğe dokunan.
Belki denizdi tek damladan köpükler
saçan ağzında iblisin yutulana melekti belki insan ama korunaksız ama korumasız
ama konakladığı yüreklerdi.
Renklerle sevişirdi.
Ama gök kuşağına da özenmezdi.
Özlem nedir bilmezdi çünkü yoktu.
Varlığına tapınanlar ses etmezdi
çünkü varlıksızdı.
Sözcüktü ama imgesi olmayan da bir
cümle.
İmleçti hem de ünlem ve şaşkın.
Vurdumduymazdı çünkü s/ağırdı ama ne
geçse içinden duyardı Sağır Sultan öncesinde Yaratan.
İsli idi ve işveli.
Köktü ama çöpsüz üzüm.
Üzüm gözlerinde sevdanın coşkuydu.
Coşkunun tanrısı o, yamaçta uçurumdu.
İçine düştüğü uçurumdan da çıkmazdı
çünkü uçuşandı ve bulut ve konduğunu unuturdu çünkü umudu idi onu var eden en
çok da yoktan var eden Rabbine sevdalı aşkı da meşk eyleyen bir tümleç belki de
öznesi sevdalı ve sihirli…
Gönlü genişti.
Meşrebi ise asla.
Açıcı acılıydı acıları ise biçimsiz.
Bir içim suydu ve son damla.
Şehla bir düştü ve üşüdükçe düş
örerdi.
Gördüğü düşleri unutur balık
hafızasında doğardı yeniden.
Sırdı o.
Serlere sarılı.
Şehre âşık bir surdu ve şehrin
yankısı hatta cüssesi ve cübbesi…
Cüretkârdı ve sevecen bazen tutuk
bazen yorgun bazen diri bazen ölü.
Nurdu.
Nardı.
Ve nazenin.
Yaydı ve gergin.
Esnekti çünkü düşlerini yoğururdu ve
gerçek bilirdi.
Gerçekleri ise düş bilirdi
Nazdı.
Nazlı.
Aşkın kabri, rahmetin dinginliği.
Müşfik bir rüzgârdı.
Mülayim bir dönemeç.
Bir gizdi ki izini sürdüğü.
Bir renk ki solmaya doyamadığı.
Bir güneş ki: ah, çok sıcak.
Devasa bir buz dağı erimek ne mümkün?
Akışkandı.
Yapışkan.
Utangaç.
Sevda idi göbek adı ama isimsizdi
öncesinde ve kimsesizliğini sonlandıran sadece Tanrının hikmeti.
Vuku bulan karanlık.
Aydı.
Aymaz ve de.
Düşkün.
Davetkâr.
Varlığı ne eften püften.
Yokluğu ise hemen fark edilen.
Ruhtu.
Ve beden.
Ve gergin ve solgun bazen dolgun ve
tok gözlü ama genelde aç.
Açmaza girdi mi susardı ve derken
şahlanır imgelerle sevişirdi.
Aşkla erdi nihayete.
Ama.
Bitimsizdi de.
Bitmeyen bir rüyanın pervazında başa
aldığı sona geldiği sonra bıktığı.
Bilemedi de ne/kim olduğunu.
Sordu tek tek sordu herkese:
Ve O, sadece hükmetti ve:
Yaz, dedi.
O da yazdı ve yazdı…
Çünkü aşkın ve inancın nuruyla
bahşedilmiş bir rahmetti elbet yazarın da Rabbinden sonra en iyi sırdaşı ve…
Sevmelere, yazmalara doyamadı ama
doyumsuzluğunu da sadece yazarak ve severek giderdi yoksa açlık ne ki g/özünde?
Benzemedi de kimselere çünkü asla
öykünmedi sadece öykündüğü kendisi ve öldürdüğü nefsi ve en çok da aşka aş erdi
yazdıkça âşık oldu ve âşık oldukça yazdı ve yazdı ve…