
Evet, sensi̇n seslendi̇ği̇m
Düşten bozma olmalıydı gün en çok da
büyüyen günbegün, asılı kalası asaletin sönmeyen ferinde emanet ettiğin aşkın
kozasında büyüyen bir sihir gibi konduğun…
Donduğun.
Solduğun.
Yerli yersiz hicabın esef yüklü
izleğinde gömdüğün dününe hürmeten ellerinle büyüttüğün vicdanın, sol yanın en
çok da sağduyuların.
Gölgeler mihenk taşı elbet servetin o
sefil gözyaşı.
Ağlayan akasya ağacı şiarı mizacın en
çok ucu yanık düşlerin minvalinde büyüyen bir taslak belki yamalı bir tema ve
haykıran beynamaz sesini duymazdan geldiğin iblisin ne zamanki şerh düşse evren
ne zaman boyunun ölçüsünü aldığın ezelden…
Kürediğin sözcükler bazen kof.
Sevdalı mizacın mı küflü bir duvara
işlenmiş el yazısı gibi içinin duvarlarında boyası akan gözlerinde aşkın ve
sefil tanrısı özlemin ve elbet hiçliğin tabularını yıkamadığın.
Mizansen ve de sevdalandığın.
Alyuvarları şiirin kanayan
hücrelerine tebessüm ektiğin elem yüklü niyazında seni tek duyan ve tek koruyan
İlahi Ateşin her kıvılcımında yeniden ve yeniden doğduğun elbet asılı kaldığın
illa ki o sırdaş pencere en çok aşka en az sana bazense evrene ve yalnızlığa
açılan…
Uyruğu da yok acıların madem hele ki
içindeki o t/aşkın matem ve şimdi öperken kalemin ucundan eğrilen sen değilsin
belki meyilli olduğun yalnızlığın tapusuna şahit iken sadece Yaratan.
Bir düş meclisiymiş meğer hayatın
taslağı en çok ektiğin en çok da sen iken eziyet çektiğin üstelik meziyet
bildiğin o kalk borusu.
Şaibeli bir gölge misin?
Asla.
Yalnız mısın katıksız varlığın iken
istilaya uğramış?
Ne gam, Tanrım.
Aşkın şahikası bir b/akış mıdır yoksa
ve sefil tınısında o mabedinin bir yıldız kadar parlak mısın söyle?
Hiçliğin zemini ve varlığın da emin
olduğu.
Ve saymaya başla ve asker adımlarında
yalnızlığın şarkıları çivile mevsime: hangi mevsim mi?
Elbet yaşadığını ilan ettiğinken son
kozun en çok da közünde yanıp tutuşan iç ses ve şimdi dış sese konuşlan ve kısa
kes, sefil iç ses!
Elbet sensin seslendiğim.
Elbet sensiz ezildiğim.
Elbet benim yalnızlığın kırbacı ile
daha da şiddetle kamçılarken sözcükleri.
Şah damarımdan yakın ve en çok
sevdiğim sonra çoğaldığım sonra azaldığım sonra sustuğum sonra açtığım sonra
solduğum…
Defalarca diktiğim o kol düğmelerim.
Asla yamayamadığım heybem ve işte
içinden sapır sapır dökülüyor sözcükler ve hala sonlanmıyor bu devasa iç ses.
Nankörsün ve şaibeli ve sefil ama
asla azgın değilsin belki de acının azmanı ile eşleştiğim ve kürediğim hayat ve
küstüğüm cihan ve tünediğim o dal:
Al işte, kırıldı tam da konduğum
yerden düşerken bir el tuttu ve yeniden uçtum olmayan kanatlarıma konan kardı
belki kan ama kandım ama kandırmadım ama kanadım ama kanatmadım da ezelden.
Sözcükler cılız.
Sözcükler semirmiş.
Bense emir eri iken iç sesin ve senin
hala susmadığın.
İşte hava kapandı güneş çoktan şaşkın
ve Aralık sandığımız bir bahar güneşi ile buzların eridiği nihayetinde
denizlerin t/aştığı elbet kıyametin de alametifarikası.
Külüstür değildir sözcüklerim.
Şaibeli asla değil.
Suskunluğuma kılıf geçirdim son sekiz
yıldır ve işte kalemin zevcesi iken iç ses:
Evet, sensin, seslendiğim; sensin
dinmeyen üstüne üstük yağan rahmeti bitimsiz dış sesin o sefil nidaların ve
haykırışların açıölçerisin sen, iç ses.
Ve benim iç acılarım senden ibaret
bir de bilemediğim bir yolculukken yarınla olan alışverişimde hala da emin
değilken hayatı sevip sevmediğime.
Bir ket vuruldu ki içimdeki coşkuya.
Bir de aşkın rehavetine öylesine
kapıldım ki.
Hüznüme sadığıma ve hüznüm de bana ve
işte arada kaynıyorum, iç ses.
Bir itiraf değil bu.
Bir mektup hiç değil.
Bu, ben değilim ama sen bensin ve
işte kördüğüm bir de bir ömür takılı kaldığım o kör nokta.
Nankörüm, evet.
Acımasızım de: en çok kendime ettiğim
eziyet ve zulümden ibaret bir taslak olmayı ise meziyet addettiğim.
Sevebileceğimden çok sevdim ve
sevilmek filan da olmadı niyazım yeter ki dokunmayın bana yeter ki nefret
etmeyi kesin, derken.
Nefsim, ah, sefil nefsim elbet ilk
tanışıklığım çocukluğumda saklı belki de sevdiğim ne varsa yemeyi kestiğim ve
mum gibi eridiğim derken tüysıklet yaşadığım uzun yıllar.
Nefesime sadığım ve acıma da açlığıma
da.
Şimdi ise beni doyuran sensin ve üzen
de ve mutlu kılan aslında sen bensin ve ben, sen olmayı reddediyorum an itibari
ile.
Köstekli saatim değil her saat başı
günde en az iki kere bile doğru saati göstermiyor çünkü akreple yelkovanı
sonsuza kadar ayırdım birbirinden.
Ben sefil bir saatim hiçbir zamana
denk düşmeyen.
Ben bir nesirim de şiir de.
Şaibeli değil lakin gel-git
mizaçlıdır içimdeki tutkulu çocuk ve seni sevmeyi reddediyorum gerisi ise sana
kalmış.
Tütmek değil tutmak istiyorum artık
elbet hayata bir yerlerinden tutunmak ve özgürce yaşamak.
Kendimi sevmeye başlamışken hem de.
Nesli tükenen varlığım; mesafe kat
eden sırdaş yüreğim; suskunluğuma gölge düşüren senken, iç ses…