
Güldürme beni̇ süleyman
‘’Öbür ışıkları getir hadi Süleyman
Bulvarın ortasında dur bağırma
Senin için bir yağmur hazırladım
Hadi ışıkları getir yağdıracağım
Sen kimsin Süleyman bir de bu
var…’’(A. İlhan)
Hükmü verildi mi ölümün en çok da
ikileten hayat ve damdan düşenin halini anlayan Mart kedileri.
İstikbalime oynama, sevgili ve aşkın
kıblesinde saklı düşlerimi küreme asla.
Yansızlığın hicvinde tutturduğum bir
şarkısın bazen bağcıkları açılan hüzün resitalinde unutulmuşluğun ta kendisi.
Yorgun adımların mı var yoksa yongası
mı yüreğin içindeki söküklerden ördüğün bir heybe mi serildiğim?
Adın nedir, söyle?
Mizacındaki türküler mi yoksa
tükettiğin ömrün girdiği o türbülansta saklı lanetin iz düşümü.
Yüreğinin minderini nereye koydun?
Yüreksizliğin hicabında mı terk
edildin?
Eriştesi hüznün, eniştesi mevsimin
yoksa erişkin bir kelamdan arda kalan mı?
Evhamlı çekincelerim ve düş familyam
bense gerçekleri bir rozet gibi takarken yakama…
Ah, yakamozların çığlığı fedaisi
gecenin belki de yoldan çıkmış kadınlar gibi kehanetin hasıyla ördüğün düş
sepeti yorgun sevdalı şehrin de Paşabahçe vapurunda unutulmuş bir yolcu gibi
aralıksız gidip geldiğim Kadıköy- Karaköy seferinde suskunluğun tarhında hangi
martıysa gagalayan soğuk bedenini ölü dünlerin de tekerrür ettiği bir hüzün
çeşmesinde asılı kalmış bir yudum su gibi.
Yüreğin sebili mi?
Güldürme beni, Süleyman.
Yarıklarda saklı hikâyeler mi?
Tutuşan mı yoksa eteklerin sen ki
dünün hegemonyasında saklı bir ütopyasın, Süleyman.
Tahliye ettim düşlerimi; misafir
beyitlerin salındığı aşkın kelamında dirayetimle yanıldığım günün her hangi bir
sekmesinde saklıyım en çok da gözümden sakındığım ve şimdi alımlı bir alfabeyi
konuk ediyorum yüreğin yosun tutmuş duvarlarında asılı bir resim gibi
belirsizliğin mizacında saklı tutuluymuşçasına.
Alaçatı’sı aşkın bazen kökünde saklı
yitim.
Ah, mavilim, feriştem.
Fedaisi yüreğin bense düşlere talim
ederken nezleli sesinde mevsimin ağıtlar yaktığım düş pencerem.
Düşmüyorsun gözümden.
Düşlemsel bir maruzatsın sen:
Ah, iklimlerin fedaisi sen düşlerin
kalıtımı.
Meylettiğim dualarım var benim. Düşeş
gelense o yeknesak hüzün bazen mehtabın deldiği bazen mihrabın kırık pervazı.
Gövdemde uçuşan balonlar bense
mevsimin yaltaklandığı rüzgârın saklı o tebessümünde doğdum boy attım boynuna
atladım düşlerin.
Bir sekant belki de ölümün sığdığı ya
da sakat bir at aşkın ayağından vurduğu ve işte ölümüne betimlemelere esir
düştüğüm sessizliğim.
Güncem güme gitti günse hüznü revnak
gölgesiyle biçip dikti tek tek gölgelerin yalnızlığına sürgün edildim.
Hazan bütçem; hazin sonum; renksiz
tufan ve alametifarikası ömrün.
Yitimler mezarlığında gölgesi olmayan
bir kavak ağacıdır içimde kıyama durduğum ve kırkladığım acılar haşat olmuş bir
ömrün de kırık dümeninde saklı o hoyrat sesi feri kaçmış gözlerinden damlayan
her yaş.
Sancılı bir mevsim tekme savuran
nemli varlığında köknarın.
Aşka hezimet yükleyen.
Nidası susmuş bir çengi.
Solan çehresi çağrıların ve
betimlemeler yüklü güneşin gövdesi.
Seğiren gözleri şu yaşlı şehrin ama
sevdalı yüreği sayesinde genç ve coşkulu kalmayı başarmış yorgun tebessümlerin
güftesinde sıkışıp kalmış o ara gazı yalnızlığın.
İdama ettirdiğin mi?
İdama yürüdüğün mü?
İdmanlıdır yüreğin acılara ve içini
açamadığın kadar açmazlarda saklı bir cinnetsin sen, Süleyman.
Gün çekti burnunu ve acilen limon
kaynattım geceye derken sular çekildi ve söndü ocak aslında ocağıma incir ağacı
dikenlerin bekası idi içime yağan sağanak.
Avutma beni.
Avurtları çökmüş gecenin:
Ah, Süleyman asma yüzünü ve
somurtmasın da mizacın.
Karambole gitmiş ömrün hicaz
makamında unutulmuş bir solfej çalışması belki de sokaktan geçen bozacının
tükenmiş sözcükleri ve yaralı, yamalı iniltileri.
Sevecen olsa ne ki gün ışığı gecede
hükmünü yitirirken.
Hizaya mı gelecek yoksa karanlık
çoktan soluklanmışken gece bekçileri.
Rengi attı gök kuşağının.
Kırmızı kuşağı bozguna uğradı çocuk
gelinin.
Hicap yüklü bir nara savururken
şehrin kabadayıları ve nükseden o gülümseme.
Ve şimdi soldan sağa sayıyorum,
Süleyman yeter ki ıskalama sözcüklerimi.
‘’Deniz fenerinden mi çalarsın işte
çal
Kibrit mi tutarsın bilmem işte tut
Öbür ışıkları getir hadi Süleyman
Sana yağmur hazırladım yağdıracağım
Sen kimsin Süleyman bir de bu
var…’’(A. İlhan)