
İçi̇mdeki̇ i̇stanbul ve ben
‘’Hâlbuki hayatı sevmem gerekirdi.
Acımayı, sevmeyi oldukça bilirim
Zamanla bir iş tutmayı da öğrendi
ellerim.
Ama gel gör ki bu kaderim.
Yaz yağmurları misali yıllarca
Yağmış durmuşum içime.
Zaten dünya öyle dünya ki kim kime
Herkes kendi derdinde anca,
Herkesi yüreği lime lime…’’(T. Uyar)
Hangi sabahın şehridir içimde sönmek
bilmeyen yangından kurtaracağım ilk ne belki bir tebessüm bahşeder evren diye
hayaletlerin eşliğinde geceyi de devirdim ve ilham perimin serkeş varlığında
nasıl da sızıp başım yana düşmüş.
Bir renge boyamalıyım evreni belki
bir tebessüm eşliğinde doğarım yeniden ve sabahı içerim şiirin bitimsiz nazında
az gelir bana hem şiirler az gelir acılar asla da yetemedim bir Allah’ın
kuluna.
Rengim yok bu gün; adım da yok
ilhamım da ve portatif idam sehpam da kim bilir nerelerde saklı?
Fermanımı yazmadım henüz hem fetva
filan da vermedim içimdeki çocuğa sadece dağ bildim ve aşk bildim o çınarı
aslında hangi dağa yaslanmıştım da uyuyuverdim eteklerinde şiirin ve yamacında
dağın…
Bir tabu ise bunca yokluk.
Bir töre ise içine düştüğüm boşluk.
Bir yangınsa sönmek bilmeyen.
Hangi renkte ölüp de doğmalıyım
yeniden?
Mavilere asılı olsam bile karanlığın
hutbesidir içimdeki acıların da yongası adeta elbet dile gelmeyen neyse ve ele
avuca sığmaz benim duygularım kulaklarım sağır rengim kaçık aşkı çoktan
sallandırdım darağacında ve dar açıların eşleştirdim geniş acılarımla aslında
sökün eden yası yasa bildim ben ve kanıksamasam da düşmesi asla yakamdan.
Az evvel tahliye ettim ruhumu: azıcık
salınayım şu satırlarda yeniden kapatacağım mahzenin dibine.
Az evvel saldım düşlerimi sokağa ama
yağan karda dondu her biri ve yeniden soktum bağrıma.
Ağırıma gidiyor hani olan biten
aslında kopan kıyamet aslında benden başka da yok sanık ve tanık.
Uçuk rengi duvarların ve şiirin uçuğu
iken şu eşlik eden sessizlik hızlıca terk etmeliyim hem bedeni hem şehri ve
sızmalıyım başka bir boyutuna evrenin ki mekân ve zaman özürlü bir varlığım ben
azıcık kaçık ama iyi yürekli bazen sefasını sürmekse günün ve hayatın, ne
haddime?
Az evvel dolanıyordum bir şairin
ruhundan diğerine bir baktım ki şairde saklıymış ruhum bir aktım ki dizelerine
meğer o da dertliymiş en az benim kadar.
Hayatı sevmemek mi?
Asla.
Kendimle uzlaşmak mı?
Hani olur da.
Azıcık içim kıyıldı mı başlarım
şakımaya azıcık yandı mı canım tuz basarım inadıma ve illa ki canım öncesinden
fazla yanmalı sonra nasıl çıkar şiirler yazmanın tadı belki de adı çıkan bir
sözcükten başkası değilim en çok kendimle kavgalı bir o kadar salındığım
evrenden kayıt açtığım her gecede yeniden doğmanın da hayalini kurarken ve işte
tünedim sayfanın ortasına ve ortaladım yüreğimi azıcık da şerh düşmekse anda
saklı duygudan ne kalacaksa yarına.
Miadı dolmayan duygularım var.
Milat bildiğim acılar.
Resmi olmayan gölgeler var hem içimde
bazen yan çizdiğim bazen sek sek oynadığım hayallerim var bazense ben varım
baktığım her yerde ama her zaman saklı tuttuğum bir umudum var gerçi kopup da
ipin ucunu yakalayamadığım bir ben var ki içimden firar eden ve işte sözcüklerle
kat çıkıyorum ruhuma aslında ruhumu asılı tutuyorum göğün teninde ve
ulaşamadığım bir nokta ki uzlaşmak adına kendimle en çok da yok sayıldığım en
çok da varlığımla zarar verdiğim hulasası insanların ve hala çözemediğim bir
nefret saklı kiminin içinde oysaki çelimsiz bir çocuktur benim kendime duyduğum
öfke ve kocaman bir kucaktır hala sineme konmayan.
Depara kalkan bir sözcüktü az evvel
peşine düştüğüm sonra ilham düştü peşime aslında bendim kaçan aslında hep ben
değil miydim susan?
Mezar sessizliğinde bazen evren ki ne
zaman kapatsam kulaklarımı…
Cennete benzeyen bir eksen ne zaman
yumsam gözlerimi.
Varlığımın ne zararı var ki hem ve
yine içime kaçtı ruhu şairin.
Bir ben varsa içimde ve başka bir ben
ve evren saklıysa sözcüklerimde aslında benim saklı olan bilmezler de içimdeki
yangının büyüklüğünü ve işte beni tutuşturan o ilk kıvılcım hani bacak kadar
boyumla nutkumun tutulduğu…
Şair ne mi demiş ve kim mi duymuş?
‘’Şöyle sessizce ölüp gitmeliyim
Bir yaz gecesi Gülhane parkında.
Şu hazin ömrü tamam etmeliyim.’’(T.
Uyar)
Azat edilmeyi bekliyorum şehrin
tininde saklı bir İstanbul gibiyim içinde başka İstanbullar saklı aslında
şehrin doğası gibi iki yakam da mademki bir araya gelmedi bir ömür…
Sakındığım gözümü.
Ne gam.
Alacalı bulacalı renkleri.
Pembeyi sevsem de siyaha düşkünlüğüm
belki de sevgilinin siyah gözlerinde saklı bir ışık gibi.
Oysaki ben yokum s/onun her anında
saklı bir masalım işte ve uydurduğum nice karakter ve en sevdiğim imgenin
meçhulünde saklı iken…
Gitmeliyim acilen: çekip gitmeliyim
kendimden ve şehirden.
Ne Gülhane parkı ne Moda parkı ne de
şehrin başka bir noktası yeter ki na’şım yerde kalmasın yeter ki yazsınlar
mezar taşıma ve kimse de arkamdan ağlamasın ki ben herkesin yerine toptan
ağlamışken…
Yazsınlar mezar taşıma, vasiyetimdir:
‘’Hala mı anlamadınız beni? Olsun.
Ya, ben beni anladım mı? Ama anlayan biri hep vardı hep de var olacak elbet en
sevdiğim ve O’nun nazarında kabul görmektir son dileğim hatta ilk dileğim de ve
kimin nazarında kabul görmedimse helali hoş olsun…
Nazire yaptığım adımda saklıyım
aslında ben: hem bir yıldız kadar soğuk hem de solgun bir çiçek olma vasfımla
bir ömür yapraklarımı döktüğüm o gül bahçesi ama asla da kabul görmediğim bir
yeryüzünün özlemidir benden geride kalan.
İşte bu yüzdendir gökyüzüne
düşkünlüğüm ve tek sırdaşım iken İlahi Aşkın neferi sahip olduğum tek zerremle
tüm evreni kucaklamak adına emek verdiğim bir ömür sonunda kendime vardığım geç
olsa bile ben beni buldum bir kez ve işte hayatla aramdaki o pamuk ipliği elbet
kalemin d/okuduğu elbet yüreklerin d/okunduğu nezdinde sahip olduğum ne ki
duygularımdan başka?’’
Çok çok teşekkür ederim