
İçi̇mdeki̇ kumbara
Sözcüklere konduramadığım bir aksan
var: içimdeki şelale ne zamanki kurumaya yüz tutsa kurcaladığım günümde refakat
ediyor hüzün ve miadı dolmayan bir mil gözlerime çektiğim…
Sözcüklerin kaybolduğuna tanığım ve
peçesinin ardına gizlenen gözlerinden tanıyorum aşkı ve umudu hele ki müridi
olduğum muhteşem varlığı ile hidayetin, nemli gözlerimi asla kaçırmıyorum
Rabbimden ve içime doğan huzura geceyi ihbar ediyorum aslında yokluğun ne
olduğunu iyi bilip sahip olduğum her şeyin varlığı adına şükrediyorum.
Büyümekten men ettim bir kez içimdeki
çocuğu ve fizyolojik yaşımdan da yasımdan da çoktan arındım.
Yüreğin makberi iken sessizlik ve
Rabbim tek sırdaşım iken büyüyor bu devasa rahmet ve insan olmanın verdiği bir
çöküş bazen bir uçuş elbet duyguların demir attığı bir düzende saklı tutuyorum
hürmetimi tüm evrene ve tüm insanlığa ne zamanki kulağına su kaçsa imgelerin
gözlerini siliyorum bu sefer kelimelerin ve elimi uzatıyorum ve bir şekilde
tutunuyorum hayata bir de nefsimi öldürdüğüm dünümü minnetle anıyorum.
Aşkı şiar edindiğim bir ömür.
Sevginin nüktedan dokunuşu ve
serpintisi…
Biteviye peşi sıra sürüklendiğim
bitmek bilmeyen bir gizem belki de.
Saz çalan eşrafıma b/akıyorum dünün
muadili iken dünyanın geldiği tükeniş noktası ve azgınlığın da şerh düştüğü
dünya düzeninde en çok da çocukların canı yanıp da gelecekleri ile oynandığı
elbet balta girmemiş hüznümle sahip çıkmak adına tüm masum ve mazlum yüreklere…
Baş aşağı ediyorum kimi zaman dünden
beri içime attığım ne ise kumbara misali boşaltıyorum ve tek tek didikliyorum
benliğimi.
Dünden hala firar edemedim.
Çocuk kalmakla eşleştiğim hala saklı
tuttuğum oyuncaklarım ve en değerli eşyam iken kitaplarım ki sayısından bihaber
olduğum kimi zaman aynı kitaptan iki ya da üç tane aldığım ve birini bir köşede
saklarken yaz köşemde saklı muradım ile kış köşemde bir şömine belki de içime
attığım odunla harlanan ve harmanlanan duygularım.
Sözcükler mikado çöpleri gibi.
Ben de sözcükler gibiyim.
Fazlasıyla dağınık hele ki telaşlı ve
kaygılı mizacımla tutuşan ferinde ömrün bir gizi değil de bir seher vaktini
hayal ettiğim.
Çocukluğumda saklı mutluluğum hala da
eşlik etmekte ne de olsa tarlama ektim ben dünümü ve güzellikleri şimdi ise
nadasa bıraktığım bir evren var ve özlediğim İstanbul sokaklarım yine de aşka
ve umuda düşkün yüreğimle bir şekilde turluyorum İstanbul’un hangi köşesi ise
gitmeyi arzuladığım ve denklemde denk düştüğüm o sabit katsayı elbette katıksız
hüznüm ve balyalarca duygu artık neye ya da kime denk düşüyorsa gülümsemeyi
özlediğim bir bahar akşamı.
Müptelası olduğum bir revnak düş ve
gülüş belki de menkıbesi azamet olan bir serzeniş elbet iklimin seyrinde elbet
ikilem yüklü yeryüzü ve sedasında mavinin yaslı yankılarını duyuyorum mevsimin
aslında mevsim olmaya ant içmiş neşemin de yasını tutuyorum.
Öleli çok olmadı: doğalı da.
Kibirsiz bir saltanat idi madem umut
ve saklı tuttuğumuz muradımız ve işte teftişe çıktım yüreği gecenin isinde
saklı bir kuş sesi ve sevdasında saklı bir tutukluluk hali.
Öznesi kayıp bu ara şehrin ve şehir
efsanelerinin.
Yükü de ağır yüklemin ve ne çok
noktalama işareti belki de asla noktalamaya niyetimiz yok iken hayatı ve
ötenazi yaptığımız dünde kaykılıp; anda savrulup yarın mizaçlı öyküler
dilediğimiz ve dillendirdiğimiz.
Bir ezan vakti en iyi gelen yüreğe ve
her duada şerh düşmek adalete ve nemalanmak adına iyiden doğrudan kimi zaman
yanlışların doğrulara yaptığı zulüm ile sonlanan nice güzellik.
Arşı alaya çıkan bir coşku saklı
içimde ve günü b/öldüğüm sonra da duygu kırıntılarından geceye serildiğim ve özlemim
büyük çok büyük en çok da kendime iken dönük yüzüm Rabbime ve yeter ki ömrün de
aşkın da miadı dolmasın diye.
Metruk sancıları şehrin elbet gizi
giyinen karanlık sokaklar ve terk edilmişliğin isyanı ile şehir acil ç/ağrı
yaparken eşrafına lakin kararlıyız da hani vakit dolmadan asla firar
etmeyeceğiz hanemizden ve duygularımız kaç haneli olsa da saymaya devam
edeceğiz ne de olsa artı sonsuzun ruhu ile umudumuzu saklı tutuyoruz.