
İyi̇ de ben ki̇mi̇m?
Arayışı ikileten aynalardan almıyorum
hırsımı çünkü üzerimde duran hırkanın söküklerinden alamıyorum gözümü.
Ölüme öykünmekle hırçınlığımı
gizlemek arasında gidip geliyorum belki de bir yangına koşullanıyorum hani az
sonra çıkaracağım o yangın öncesi kurtarmaya çalışıyorum belleğimde gizli kalan
kayıtları ve ne yazık ki onlara aktaracağım hiçbir kayıt cihazı yok belki de
kışın bitmesine yakın ve bahar öncesi hazırlık yapıyorum depoladığım her
duyguyu bahara uyarlamak üzere ne de olsa kış görevini layığı ile yerine
getiremedi tıpkı benim bir ömür ifa edemediğim sorumluluklarım gibi.
Ağaçlı bir yol yok bizim muhitte
çünkü insanlardan ve arabalardan arda kalan yerlerde sadece masalar var ve
sandalyeler ve asla bir ağaç gölgesi yok sığınacağım belki de yolum epeydir
mezarlığa düşmediği için içimdeki bu huzursuzluk lakin huzursuzluk benim asli
görevim ve nerede ne şekilde huzur bulacağıma dair bir beklentim de yok.
Şehrin mimarisi ve rast gele binalar
ve elbette kimseler rahatça yürümenize izin vermezken ne de olsa herkes kendini
ellerindeki akıllı cihazlara adamış o yüzden içimdeki boşluğu dolduracak her
hangi bir potansiyele rast gelemiyorum.
Sözcük avına değil kendi iç sesimi
arayışıma çıktım yine ve her nasılsa tünellerden filan da geçmiyorum yine iç sesimi
çekmiyor insanların radarları bu yüzden düşmekle koşmak arasında sıra dışı bir
eylemi de yüzüme gözüme bulaştırıyorum.
Rengim yok madem rencide edenlere
hala nasıl oluyor da renk veriyorum ve markette peşime takılan o kadın az sonra
çantasını son hızla savurup beni de iteklerken biliyorum ki iyi niyet
göstergesi denen mefhumlardan çok uzak insanlar özellikle de semtin insanları.
Bir yaka varsa gitmek gereken.
Bir şahit de tutmam gerekiyorsa.
Sancılı ömür ve yine sancılı bir gün
ve plakası okunmayan bir taksiye atıyorum kendimi sanırım sürücünün de yüz
ifadesini okuma şansım yok yine de en sıcak sesimle yönümü tarif ediyorum ve
adamın irkilmesi an meselesi hele ki böylesine soğuk bir günde klima
çalışmadığı gibi camları da açık görünce… elbette inmeye yeltenmek aklımdan
geçse de hiç mi hiç şansım yok ve biliyorum ki gideceğim yere kadar bu huzursuz
ve soğuk ortamı çekmek zorundayım üstüne üstük bitmeyen yol çalışmaları ve
İstanbul’un bitmeyen trafik işkencesi.
Soyut bir ekrana bakarken ve işte
somut gerçekler ve göstergesi ile gerçek hayatın tam da içindeyim İstanbul
sokaklarının ve bilmekle bilmemek arasında restleşirken bilmemeyi tercih
ediyorum tıpkı bilinmezliğe denk düştüğümü sonlandırıp gerçek ve bilindik
olmamı gerektiren ne varsa ispatlamak adına.
Gittiğim yer ya da nereden geldiğim
ya da hangi sözcüğün bana en yakıştığı.
Kıskacın varlığı aslında bir ayraç
koyup da soyut ve somut düzen arasında bir yerde sıkışmışken.
Göğün görünmediği ve ambulansların
önceliği olsa bile illa ki araç sürücülerinin itibar etmediği. Yanlışlar
devinen ve olması gerekenleri ibraz edip de iyi de nereye kadar s/avunur ki bir
insan ya da neyi yanlış olduğunu hangi şekilde beyan edip de düzeltir süregelen
tüm hataları? Hele ki insanın kendisi yanlış addedilip yanlış tanımlanırken.
Kulvarımda yenik düştüğüm elbette ki
son on yılımı tarihten silmek adına yoksa ruhumu fethedecek olan bir
talihsizlik mi başımı dik tutmak adına ve de gözlerimi kapatmışken?
Bu ne perhizse iyi de ben lahana
turşusundan da haz etmezken ve aklımı hayal ve umut düzeneğindeki paralel
evrenlerle bozmuşken…
Vurguladığım hangi yanlışım beni
doğruya götürecek asla da merak etmiyorum hele ki hayatım yanlışların
toplamından ibaret iken ve ben hala kendimi müdafaa etmek adına çırpınırken…
Ve taksi ani bir frenle duruyor. Al,
sana: yolda yürüyen sefil bir martı yüzünden kazayı da son anda önledi sürücü
sanırım uğursuzluk bende yine de emin olamıyorum ne de olsa yanlışımın ne
olduğunu illa ki farklı ağızlardan öğrenip illa ki bir çıkarım yapmakla mükellefim.
Gün geceye dönerken.
Hayat ritim bozukluğu ile kalp
atışlarını bir hızlandırıp bir yavaşlatırken…
Mademki uzağı iyi göremiyorum iyi de
nereden çıktı şimdi bu yakını görememe sebebim? Elbette ihmal ve aşırı meşgul
ettiğim gözlerim ve beyin dalgalarım uzay boşluğunda çare ararken her nasılsa
kapsama alanına illa ki denk düşüyorum insanların tıpkı olumsuzlukları olumlu
hala getirme arzusuna yenik düştüğüm gibi ve illa ki her şey geri tepiyor.
Makul olmakla mecbur kılınmak hele ki
seçimlerimde doğru şıkları hep pas geçerken ve oldukça da şık bir günce ne de
olsa geceden sabaha uzanırken atladığım bir eşik elbette hayatımı yazmakla
idame ettirmek yazgısına onay verdiğim: Haşa, Rabbim elbette senin uygun
gördüğün üzere başım gözüm üstüne iken.
Açığa aldığım duygular mı?
Hani, pekişen.
Azınlıkta olan ruh halim mi?
Hani, telaşlı; hani, neşeli bazense
haddinden fazla kederli…
Olması gereken ben: ya da
olduramadığım yoksa insanlardan onay almak adına geliştireceğim yeni bir sürüm
mü? Hani, çağa uyumlu hani herkes gibi hani sarkacı bozduğum hani içimdeki
evrimle kucaklaşıp en çok evimi özlediğim elbette patavatsız misafirleri içimde
ağırlayıp da sayısız insandan sayısız kimlikler türettiğim ne de olsa hayal
gücümle vakıfım ben iklime ve içimde serili kilim illa ki kayıyor ve ben tepe
üstü d/üşüyorum demek ki ondan sersemliğim ve işte: şah mat.
Biraz uyumsuz.
Hayli hayalperest.
Coşkunun izdüşümü ve geride kalan
yorgunluktan hâsıl olan o depresif mizacım. İyi de ben kimim ve hangisiyim?
Yeni sorular mevcut gündemimde ve
görünen o ki; arayışım henüz başlamadı bile.
Oysaki defalarca kendimi keşfedip
yeni benler inşa etmemiş miydim bir ömürlük arayışımda demek ki; sevgiden
ibaret bildiğim bir hayal dünyasının mahsulü iken eklemem gereken çok başka
duygular da var elbet bana zaman tanındığı sürece.
Gün geceye dönerken.
Hayat ritim bozukluğu ile kalp atışlarını bir hızlandırıp bir yavaşlatırken…
Yüreğine sağlık arkadaşım sevgilerimle...
teşekkür ederim canım arkadaşım.
sevgilerimle.
merhaba sevgili Melek.
çok teşekkür ediyorum güzel varlığınıza
tüm sevgimle arkadaşım