Mutlak bir kaygının yaratısı ve
pençelerini yüreğime geçiren o belirsizlik bir o kadar geri durduğum ne de olsa
istikameti saklı tutup, pervasızca direttim yıllardır.
Miadı dolan illa ki bir şeyler var ve
gece tarifesi gündüzün saklı geçmişini öğütüyor ve sarkacı kırık da
kesekâğıdından yaptığım şapkayı daha ne kadar zaman saklayacağım ki iç cebimde
ve duvara toslayan eski yılın hengâmesini mi geçiştireceğim şu son birkaç
gününde yaşlı yılın, yaslı yıldızların kalanını da ben mi kırpacağım?
Biraz mayhoş fazlasıyla acı ve
dirayeti kırılmış hele ki peşin hükümlerden başımı alamayıp kaçmayı da
beceremediğim.
Esnek olmayı beceremedim gitti ve
eğreti bir gülümsemeyi dahi saklı tutamıyorum yüzümde ve ayracının ne olduğunu
bilmediğim bir ikilem ile dolup taşıyorum ve kıstırıldığım yerden kaçış yok
asla.
Şehrin mimarisi şiirin mısralarından
ibaret ve iskeleti olmayan bir vücutta ruh nasıl da kaykılıyor belli ki aksıyor
gidişat belli ki aksettiriyorum fazlasıyla mutsuzluğu ve herkesten ayrı ayrı
payıma düşen üzünç ile hayal kırıklığımı birleştirip derinlerde boğulmanın
nasıl bir şey olduğunu hala ispatlayamadım bir Allah’ın kuluna.
Kulağıma küpe yaptığım ne ise güme
gitti işte ve bir ömür doğrularımdan taviz vermeyip şimdi görmek yok mu artık o
kutsal doğrularımın hiçbir şekilde kabul görmediğini…
Sevebilme yetim acıların mizacına
yenik düştü ve tam da sıra bana geldi, derken…
Bir talep filan da sunmuyorum artık
ne de olsa duygularımın kimse tarafınca kale alındığı da yok iken ve bir
reveransı bir son bellediğim ve bir ayrıntı kaç kazaya kurban gittimse.
Açık uçlu sorular başımı kazan
eylemişken ve ben konuşmayı ve dinlemeyi de reddederken.
Nilgün Marmara’nın yerleşik
yabancılığını yaşıyorum bire bir: yaşadığım coğrafyada yaşadığım şehirde ve
yaşatamadığım sevinçlerim ve doğrularımın artık şüphe götürdüğü.
Kaç kişiyle konuştuğumu
hatırlamıyorum bile şu son günlerde ve ben laterna gibi maruzatımı dillendirip
fazlasıyla kırgın olduğumu kızgın bir şekilde ifa ederken… ve işte sınırlarımın
ihlal edildiği ve işte tüm iyi niyetimden arda kalan kocaman bir boşluk: kah
sığamadığım kah sığdıramadığım bir o kadar kabul edemediğim.
Bir tirat.
Bir sobeleme mevsimi.
Ve trajikomik hele ki o dev ekranda
içimdeki yoksunluğu ve acıyı sadece ben seyrederken duygularımın resmini çekip
bir bir insanların önüne sunduğum.
Sevdiğim kadar yorgunum bir o kadar
bıkkın ve isteksiz ve yazdığım hiçbir cümleden de emin değilim hatta ve hatta
ismimin bile kazaya uğradığı kimi zaman resmi bir ses tonunda soyadımla hitap
edildiğim ve ben yaşadığım bu disiplinli askeri kampta bilemiyorum da suçumun
ne olduğunu.
Elbette içinde bulunduğum zamanla
bire bir ilintili olduğu kadar geçmişin de kapsama alanı içinde yenik
düşmüşlüğüm: evet, ben yenik düştüm: hem mizacım hırpalandı hem sırça köşkümden
kapı dışarı edildim belki de buna izin veren yine benim hele ki insanlara
gösterdiğim tolerans ve şeffaflık ve de yüksek derecede iyi niyetimle bilemedim
de tüm kötülüğü yapanın ben olduğumu elbette kendime ve haricimde kim varsa
saygıda, sevgide kusur etmeyip kendime dokunamadım bile.
Dokunmadığım kadar.
Ne acı ki; okunmadığım da.
Hayatımdaki eğitim süreci
süregelirken hele ki gelişim denen olgu da bir ömür sürmeye ant içmişken ve ben
öğrenci kimliğimle kendime çoktan resti çekmişken…
Hani, nerede kendime güvenim olduğu o
asırlar öncesi?
Aktif ve dinamik varlığımla taşı
sıkıp suyunu çıkardığım ve karşımdakini bir şekilde ikna ettiğim…
Sudan sebeplerle başım ne zaman
sıkışsa arkamı dönüp geri dönmemek üzere çekip gittiğim ve işte sıkışıp
kaldığım nokta:
Mademki kendimden çekip gidemiyorum
hele ki bundaki en büyük etken yazmak iken nasıl oluyor da nokta denen o ufacık
imleci konduramıyorum?
Düşlerimi sonlandırdığım gibi neden
hayatımı sonlandıramıyorum?
Neden sevip de haricimdekilere inanıp
güvenirken kendimi sevmekten ve kendime güvenmekten bu kadar mı acizim?
Sözcükler yaralı olsa neye yarar?
Yar bildiğim her duygu mademki akla
zarar ve ben hep mi savrulacağım hayatın ritminde neden düzenli bir sayaç
değilim?
Misal mi?
Elbette uymadığım kurallar ve her
insan gibi hayatıma yön veremediğim yetmezmiş gibi bir de yazma edimiyle
tanışıp kendimi hesaba çekiyorum hemen hemen her gün ve insanlar bunu pek de
normal karşılamıyor en azından bir kısmı: iyi de ben saatlerimi ya da tüm
enerjimi yazarak tüketmiyorum ki ama canım acırken ve ben hayallerimi bir bir
sonlandırırken ömrümden ömür gitti.
Keşke hayat sadece yazma ediminden
ibaret olsa bir de sanal dünyadaki aksilikleri gerçek hayata uyarlamasam keşke…
Hangi ben’im?
İçimde kaç ben var da ben hala izah
edemedim mi kendime neye denk düştüğümü?
Bu da yetmezmiş gibi bir bir
numaralandırıyorum yolunda gitmeyenleri ve kendimi suçladığım yetmezmiş gibi
bunu detaylandırıp en güvendiğim insanlara içimi nasıl da tabak gibi açıyorum…
Buyurun, lütfen:
Bir kilo hayal kırıklığı ve ne yazık
ki ben… Uzun maratona çıkmış bir atlet gibi duygu hızımı yürek ritmimle
eşleştirip hayatın görünmeyen buz dağını göstermeye çalışıyorum ve ne yazık ki
bunda asla başarılı değilim çünkü insan ilişkilerinde başarılı değilim ve artık
kabul etmeliyim ki; sevmek de yetmiyor ve inanmak ve güvenmek çünkü ruhum
çıplak ve zaaflarım ve yüreğimin kör noktası üstüne üstük kendimden daha çok
emin olduğum sayılı insana sürekli maruzatımı dillendiriyorum.
Hayatın çekilmez olduğu yetmezmiş
gibi canımı yakan sayısız detay elbette kalemimle olan tanışıklığımdan sonra
yüzde yüz verim alamadığım hayat iksiri ve ben doz aşımından zehirleniyorum da
üstelik kimse ne ruhumu ne de kalemimi yıkayabilir yoksa kaleme şok verip
geçmişe yolculuk yapıp en sevdiğim zamana mı dönsem?
Hani çocukla çocuk olduğum.
Hani öğrencilerimle arkadaş ve
cüzdanımla da barışık olduğum…
Denedim defalarca denedim ama olmuyor
işte ne zamanki kendime küsüp, darılsam koca evrene ve kalemi de kırsam mübarek
iki gün geçmeden isyan ediyor ve kalem-kakan hüviyetimle devasa ekrana yerleştiriyorum
ruhumu bir de en sevdiklerimi.
Öyle ki kimse okumasa da olur yeter
ki, sen oku ve sen ve bir de sen hatta sen de arkadaşım, hocam, yoldaşım.
Nereye kadar gideceğini de
kestiremiyorum hangi yaşadığım bu kaos beni hem hapsediyor hem de hüviyetimi
sunup hür olmamı sağlıyor iyi de bir insan aynı anda hem hapis hayatı yaşayıp
hem de özgür olduğunu nasıl anlamlandırıp da anlatır ve izah eder
karşısındakine?
Sen.
Ve de sen.
Bir de siz.
Lütfen kalemin gözünün içine b/akar
mısınız?
Demem o ki; bayım ve siz sevgili
bayan ve siz değerli okuyucu…
Çok şey istemiyorum sizden.
Sevmeseniz bile beni bir selamı da
çok görmezsiniz, değil mi?
Adına ne mi diyorlar halk dilinde?
Çaresizlik belki yalnızlık belki
boşluk belki sevebilme yetisi aslında pay etmek aslında bir ömür susup sadece
yazarak var olduğunu iddia etmek.
Boşuna sevdiğimi düşünmeyin sakın.
Boşuna yazdığımı ise asla.
Belki de boşa kürek çekmeye devam
edeceğim bir ömür ama…
Sanırım adına umut diyorlar.
Hem sizi sevmek için sizden izin alacak
da değilim hani.
Öyle ki kimse okumasa da olur yeter ki, sen oku ve sen ve bir de sen hatta sen de arkadaşım, hocam, yoldaşım.
Nereye kadar gideceğini de kestiremiyorum hangi yaşadığım bu kaos beni hem hapsediyor hem de hüviyetimi sunup hür olmamı sağlıyor iyi de bir insan aynı anda hem hapis hayatı yaşayıp hem de özgür olduğunu nasıl anlamlandırıp da anlatır ve izah eder karşısındakine?
Sen.
Ve de sen.
Bir de siz.
Lütfen kalemin gözünün içine b/akar mısınız?
Gözler yalan söylemez söyleyemez, sevgilerimle..
Kalem de söylemiyor, sevgili Melek.
Güzel yüreğin dert görmesin arkadaşım.
Sevgilerimle her daim.