
Mavi̇den i̇baretti̇ gözyaşi
Bir ölü’yü taşırken sırtında gecenin
nefsine bir darbe sunuldu geceden firar eden ölülerle kutsandı evren.
Mabedinde yas’ına vakıf her hale
aslından uzak iken taktığı maske ve sırdaş bildiği her dostun da yüreğine
d/okunmak isterken.
Maviden ceketi.
Maviden rüzgârı.
Maviden ibaretti işte gözyaşı.
Aşkı azap bilen bir yakarışla gök
dillendi; gök ayrıldı ortasından belki de çatlayan değil çatlatandı inancın
şerh düştüğü o gece mavisi.
Aşkın bir rubai olduğunu düşündü
sonra aslında aşkı uzamında kimsesizliğin yasını tutarken hala sevebilmeyi
diledi ve daha da çok sevmeyi.
Ellerini uzattı şiir kan damlayan
dizelerde şehirdi pusuya yatan.
Aşkı mimledi kimi zaman deyişler ve
kör ebe sevinçler ve İlahi Aşkın akışına kapıldı her vakit düştüğü darda sığındığı
Rabbine binlerce kez yalvardı ve başını sadece O’nun huzurunda eğmenin ulvi
coşkusuna nail oldu.
Gök gözlerinde sevincin İlahi
satırlar tutuştu; matemin de dibine vuran bir şiirle çıktı yola.
Rutindi insanlar ve zulüm ve nefis.
Ölmekle iştigal satırlara su verdi ve
canlandı her biri.
Susuzluğunu dindirmek için avuç avuç
içti sözcükleri.
Cümlelerin izini sürüp de gün ve gece
bazense takılı yüreği bir şarkıda bir izlekte neye denk düştüğüne binaen
fısıldadı ansızın belkiler geviş getirirken yalanları diline dolayanlara
öfkelendi ve düğmelerini ilikleyip hazır ol’a geçti.
Hüviyeti ve hürriyeti.
Sancıları sanrısız geçecek günü
müjdeliyordu.
Doğurgan evren ve tabiat ve de ölümlü
faniler tokuşan yüreğin titrinde bir maruzat belledi göz yaşını yine de
uzağında kalamadı hayatın ve şiirlerin.
Tabular ne içindi ve de kurallar?
Sesler ne içindi sessizliğe hasret?
Sessizlik ne haddineydi evrenin hele
ki ayyuka çıkan çığlıklarına zalimin ses edemezken?
Günü ufaladı saatleri dilimledi
saniyeler nazarında geçen yılları ütüledi.
Üfledi ruhuna aşkı ki kaybolana değil
varmayı arzuladığı idi aşkın asla bir fanide can bulmadığı bilakis uğradığı
hayal kırıklıkları ile erdiği hidayetin sancağına yapıştı.
Acıyan elleri değildi gözleri de
yanan değil sadece yakandı ellerini uzak tuttuğu ve bedeni ateşten bir gömlekle
sözlenen ruhu ise hafiflerken günbegün oysaki ağırdı havası şehrin ve kutsaldı
gece ve hüsran.
Acısına sadık idi madem acımayı değil
acındırmayı sevenlerden uzak durdu ve acımaya devam etti acıklı bir şarkıda
bağdaş kuran bir nakarat gibi acılı hayatların yelpazesinde tümlendi her
hücresi.
Bir ışığa hasretti madem matemin
izinde kaybolmuşken gün ve gece.
Koruk düşlerin fısıltısında kordan
bir hale.
Aşkı müsvedde yapanları da görmezden
gelip.
Acının sandukasında sonun da başı
iken gece ve yalıtılmış bir ömür.
Surunda ömrün sırlı bir ayna belki de
kırıkların iyi geldiği o açık yara.
Yamaladığı her cümleyi yağmalasalar
da yağız duyguların köhne bir enkaza düşen gölgesinde.
Batağa düşen bir ölümlü aslında
safiyet yüklü benliğin iz düşümü nasıl ki yok sayılmıştı gözünde evrenin ve
kütük gibi şişmiş satırlarda bir su doku misali ayracını kaybettiği dününden
ayrı düşmenin de acısı çökmüşken içine.
Soruların gazabına uğrayan bir imleç
gibi ışıyan göğün de rahmetine binaen yeniden kalkıp da ayağa…
Hem daha ne görmüştü ki;
göreceklerine gıpta etti sadece Hakkın nezdinde sevgiyi hak eden gönüllerde
yaşamayı diledi Hakkın rahmetine düşkün yorgun bir ömrün de huzura erdiği an
iken o dua vakti… bitimsiz ve şikayet etmeden geçireceği ömrün de ön sözü
olmaya dair bir kelime iken rahmet…