
Onur sakarya ve “kamyon”(*) adlı şiir kitabı üzerine
Onur Sakarya ve
“Kamyon”(*) adlı şiir kitabı üzerine
Proleterler
küçük burjuvalara karşı
“Şu iki çizgi
var ya şu iki çizgi! Ben o iki çizgiden dışarıya çıkamam artık. Gider, gelirim…
Ama senin şansın var. O iki çizgiden dışarı çıkmak için şansın var. Bunu
kullan!” Kırşehirli Cemal Ağbi- TIR
şoförü
Yaşamı “iki çizgiye”
sıkışmış, işin garibi de yaşamını bu çizgilerin dışına taşıramamış bir şoförün
dostuna yaptığı “yaşama” ilişkin bilgece bir öneri bu sözler. Kitabın hemen
başında yer alıyor bu sözler hepimizi şaşırtan bir şekilde ve ilk sorgulamayı
da kendi “iki çizgide ki sıkışmışlıklarımız” üzerinden yapıyoruz. Ancak “bu iki
çizgi arasında sıkışmışlıktan kurtul, senin bir şansın var” demesini nasıl
yorumlayacağız? İşte şair Onur Sakarya bize adım adım şiirlerinde bu çıkış yolu
üzerinde kullandığı dil ve içerikle bundan bahsedecek.
Bazı şairler yazdıkları
şiirlerini bir kitap içinde toplar. Kitabın kendisi bir kurgu işi değildir.
Oysa Onur Sakarya “Kamyon” adlı şiir kitabını kurgulamış durumda. Böylece
şiirleri ve kitabın kendisi bütüncül bir anlam taşıyor. Merkezinde “kamyon”
olan ve şiir başlıklarını kamyon arkası yazılardan oluşturulmasına özen
göstermiş. Mutlaka bunlar da kendi yaratıcı kurgulamasıyla ortaya çıkan
sözlerdir. Kitabın hemen başında fihristte bu başlıkları görürüsünüz. İşte size
bazı başlıklar: Asfalt şövalyesi / Beni
izleme ben de kayboldum / Büyüyünce tır olacağım / Çarpma bana devlet sarsılır
/ Froyd da sollardı / Gibi… Diğerleri de oldukça şaşırtma yaratıyor.
Şaşırma yetisinin daha baştan okura aktarılması bence çok iyi olmuş.
Böylece kitabın
kendisinin temel ayakları belirlenmiş olup, konu seçilmiş ve şiir alt metinleri
ile zenginleştirilmiştir. Ancak bu şiirleri okurken aklınızda Kırşehirli TIR
şoförünün sözleri olmalı. Çünkü şoför kendine “uygun biçilmiş” yol çizgisinden
“kurtulamayacağını” ama yol arkadaşının bir şansı olabileceğini söylemektedir.
İşte bu şansı nasıl kullanacağız? Şair yazdığı şiirlerde karşıtlıkları
abartarak bize bir alt metin oluşturmaktadır. Kendisi ile birlikte ve
kurguladığı dil seçimi ve anlatım üslubu ile bizi de bir yere doğru sürüklemek
istemektedir. Kurguladığı dil ile edebiyatçının okurunu “dürtmesi” ancak “akılcı”
olması gerekirliliğini saklı tutmak şartıyla doğru ve yerinde bulurum. Bu
kitapta “akılcılığı” nerede sorgularım? Şoförün söylediği sözün okunması
sırasındaki eleştirel yaklaşımda bulurum.
“Beni
izleme, ben de kayboldum” şiiri ile kullandığı üslup ve
metin oluşturma tekniğini görmüş olacağız tabii sizin de eleştirel okuma
yaparak bir “yapı söküm” tekniğiniz de olması gerekir. Ben bu şiirde sözcük
gruplandırma tekniği kullanmayı tercih ettim. Şiirde buna uygun bir şiir.
Şiir de kullanılmış
sözcükler şöyle oluşmaktadır. : “Lan-
Gurur- Kin- Kan- Aşk- Sevgi- İt- Mezar- Başak- Kış- Hüzün- Yalvarma- Yas-
İnkâr- Bağırma- Rakı- Bohem- Ölüm- Gül- Yırtma- Zehir- Kalp- Yaş-
Korkma-Öpücük-Şiddet- Ses- Uçurum…” Gibi sözcüklerden oluşmaktadır. Bu
sözcüklerle siz bir anlamlandırmaya gidebilirsiniz artık. Şair bu sözcüklere,
benzetmeler ve imgeleme sözcüklerini yaslayarak dizelerini oluşturmuştur.
“Yırt
işte lan gururun saman sarısı kâğıdını / Göğe kin tohumları serp”
ya da “Seviyorsun lan işte, it gibi, kan
damgası gibi / Karanlıkta omza dokunan kararlı bir el gibi” dizelerinde
olduğu gibi.
Şair bize, “Aşkta gurur
olmaz” olağan söylemini kendi üslubu ile yenilemiştir ama bir farkla, şair
kurguladığı bu türden üslup ile bir “itiraz” sesini oluşturacak bir dil yaratma
işine girişmiştir. Çünkü olağan aşk söylemlerine yaslanan aşk ona göre zaten
çıkmaz bir yoldur.
Şimdi tekrar kitabın
başına gelerek şoförün sözünü bir kez ha hatırlayalım. Çünkü şairin bir “itiraz
dili” yaratmasındaki gerekçe orada yatıyor. Ancak o söze geçmeden şoförler
hakkında kısa bir şey söylemem gerekiyor nakliye firmalarında bir müddet görev
yaptığımdan dolayı onları yakından tanıdığımı söyleyebilirim. İki türlü
nakliyeci var. Birincisi mesleği şoförlük olanlar ki bunların şoförlükten başka
yapacakları bir şey yoktur zaten. Kazançları da “ücret” kavramı içinde
değerlendirilir o yüzden bunların eğer büyük bir sosyal devinim olmazsa “iki
çizgi arasından çıkarak” yaşamlarını idame ettirme şansları yoktur. Bu yüzden
kültürel yanları alt kültür ve proleter yaşam biçimidir yaşamları. İkinci grup
nakliyeciler ise onlar aynı zamanda nakliyecidir. Kamyonları kendilerine
aittir, kendi gelir durumlarına göre bunları kredi veya peşin parayla
almışlardır. Genellikle de kredi ile alırlar. Bu durumda onlar aynı zamanda
aracın mülkiyetine sahip olduklarından kazançları ücret kavramı içinde
nitelendirilmez. Aldıkları ücret değil navlundur. Mamafih bunlar da küçük esnaf
olma sebebiyle yollardaki bu iki çizgi dışına çıkamazlar yani onların da çıkış
yolu yoktur ve yaptıkları işi zorunlu idame ettirirler ama bir proleter gibi
değildirler ekonominin ve ticaretin gönenç dönemlerinde küçük burjuvalaşırlar
kültürel duruşları yaşam biçimleri buna göre şekillenir. O yüzden genellikle ekonomik
krizlerin yaşanmadığı dönemlerde yanlarındaki yol arkadaşlarına daha iyi bir
yaşam için ikinci üçüncü kamyon almayı düşündüklerini söylerler. Yaptıkları
işin de “iyi bir iş olduğunu” anlatırlar. Ancak kapitalizm onlarında “zorunlu”
olarak o iki çizgi arasında gitmeye mahkûm eder.
“Asfalt
şövalyesi” adlı şiirinde ise sanki bu yola mahkûm oluşun
hikâyesi anlatılmış gibidir.
“Okul
çıkışlarından yayılan yanık beyin kokusu / Tavan arasına kaldırılmış oyuncak
askerlerin barış dansı / Bir çocuğun gürültülü düğün uykusu / Demediler mi / …
/ Kapladığım alan dünyaya dar gelmiş olmalı / Hayatın bir tonluk silindiri
çığlığımın üzerinden geçiyor / Bir tur daha / Bir tur daha”
Genellikle şoförlerin
özellikle bu işi ücretli yapanların ve de özellikle uzun yol şoförlerinin bu
mesleğe seçilişlerinde seçenekleri yoktur. Çoğu ilkokulu zar zor bitirmiştir ve
de sürücü ehliyetlerindeki sınavları zar zor geçmişlerdir. O yüzden gerçekte onlar
kamyonlarına hâkim değil kamyonlar onlara hakimdir. Bu yüzden de işlerine
başladıkları bir süre sonra “kamyona” yabancılaşırlar. Yollara da öyle…
Şair insan yaşamındaki
bu “kıstırılmış” durumu ve gerçekliği tespit etmiştir. Önerilen” şansın” ne
olduğunu o da sorgulamaktadır. Ve de önerilen “şansın” bireyselliği onu da
rahatsız etmektedir. Bu yüzden şiirlerinde yer yer dikine metinler oluşturarak
politik vuruşlar yapar.
“Çarpma
bana devlet sarsılır”
adlı şiirinde olduğu gibi:
“Şunu
biraz tutar mısın, dağa çıkıyorum / Bir ses birikintisinin gölgesinde vurulan
temiz çamaşır / Sana ellerinin aslında meleklerin olduğunu anlatsa / Yıllardır
be Yuri / Her ekimde bir devrimin jartiyerini sökerim / Yine de renkleri unutma
/ Unutma, bir kelebek benzinle çalışmaya başlarsa eğer / Bir vietkonglu daha
ölür ormanın esrarında”
Bu “politik” gönderme
aslında olağanlaşmış popüler bir politik gönderme değildir. Onun genel olarak
oluşturduğu dilde gerçekten popülist olan söylemlere bir tür “karşı” duruş
vardır. Bu gerçekte proleterlerin küçük burjuvalara karşı söylemlerinde ısrar
etmesi hali ve küçük burjuvaların söylemlerindeki tuzağa düşmememe halidir.
Bunu neden
sürdürmektedir şair? Çünkü “sıkıştırılmış hayatın” nedenleri üzerine bilgi
oluşturmuştur. Eğer insanların yaşamlarının neden iki çizgi arasına
sıkıştırıldığı üzerine düşünmüş ve buna uygun çözümlemeleri kafanızda
tartışmışsanız popüler politik söylemlerin geçiciliğini de fark etmiş
olursunuz.
“Dünya
dert şampiyonu” adlı şiirinde yine metin dikine
metindir ve alt metninde görüleceği gibi politik göndermeler vardır ama bu
sefer bir farkla…
“Yalnızlığı
tarif etmeye çalışanlara acı / Çünkü onlar kalabalıklar / Bir yerinden tutmalı
hayatın / Yunuslar hızlı, akşamlar hızlı, trafik levhaları geri zekâlı / Onun
için ellerime bir damla şahsiyet dök / Arabamı parçala çünkü hiçbir demir benim
değil.”
Son dize ile iki
vurguyu biraz da birbirinden ayırarak “yabancılaşmaya” ve “metaların
fetişizmine” karşı bir dil oluşturduğunu görüyoruz. Şair bunları sezgileri ile
mi yoksa bilinçli bir bilgiye yaslanarak mı yapıyor bu çok önemli değildir. “Arabamı
parçala” bu anlatımla kesin ve net bir çizgi çekmektedir küçük burjuva
söylemine karşın. Sahip olmasına karşın “arabası” onun değildir gerçekte. Ona
tercih ettirilmiş bir tüketim nesnesidir bu bakımdan yabancılaşır ama aynı
zamanda bu tüketim nesnesinin üretim sürecindeki emek gücünün toplumsal bir
emeğe dönüşerek arabadaki somutlamış emeğin kendisi dışında bir güce dönüşmesi
ile bu tüketim nesnesi meta aslında “fetiş” bir olguya dönüşür. Böylece sadece
yabancılaştığı bir ürün değil söz konusu olan, onunla birlikte oluşmuş yollar,
yol çizgileri, şoförler, tamirhaneler ve dahi “trafik levhaları” kendisini yöneten
bir güce dönüşmüştür.
Ancak bu şiirde dikine
yükselen bir yan varsa da yabancılaşmayı kırabileceğini düşündüğü yatay bir
söylemi de vardır çözüm önerisi olarak getirdiği…
“Haşa
Allahım bazen seninle gökyüzünü karıştırıyorum / Yine de; bir sevgilim var, bir
eşim var dünyadan güzel / Bir sesim var, halı kırpıklarına çarparak var olan”
“Bir
sesim var” işte burada kırılabilir gerçekten
“zorunluluğun” dayattığı insan ilişkilerindeki yabancılaşma. Öyle ya
zorunluluğun kırılacağı yer “farkındalıktır” ve şair karşısına dikilen
tanrıymışçasına oluşan metaların mutlak gücünün karşısında, kontrolü ve
tercihleriyle oluşturabileceği “bana ait bir hayatım var” demektedir. Yaşamınızı
kontrol edebilir olduğunuzda yabancılaşmaya karşın bir çizgi oluşturabilirsiniz
ve belki de ilk kez iki çizgi arasında yürümek yerine bir direnç hattı
oluşturarak yaşamınızda yeni ve kontrol edilebilir yaşam oluşturabilirsiniz.
Buna rağmen yine de metaların oluşturduğu çok katmanlı “güç” sanıldığı gibi
yaşamınızda bir çizgi oluşturmanızla kırılabilecek bir “güç” değildir.
“Efes
zengin oldu” şiirinde tüketim toplumunun oluşturduğu
argümanlarına karşı eleştirel söylemi vardır. Ona göre insan ilişkileri üretim
ilişkilerinden bağımsız olarak yer almaz. Yani “aşk” bile basitçe ve özel
olarak alınabilecek bir ilişki değildir. Aşk dediğiniz şey üretim ilişkileri
içinde yeniden “yapılandırılan” ve tüketim nesneleri ile birlikte dolaşıma
sokulan bir biçimdir.
“Yazıyor,
yazıyor… / Isınan aşk genleşir / Seviyorsa seni çok, gün gittikçe senleşir /
Parfüm reklamlarından fırlayan bir sesti yatağa çağrı / Yalnız adamların
yakınında her zaman bir sabun bulunur…// Hadi gel evimize gidelim / Wooden köşe takımıza kurulup / Puzzle
televizyon ünitemize bakıp / Cips yiyelim, bira içelim”
Ayrıca şaire göre
farkına varılmadan bu bir alışkanlık ve olağanlık içinde gelişir ve insan
gittikçe olağan olarak algıladığı bu ilişkiler içinde yalnızlaşır ve çevresine
yabancılaşır. Artık delirircesine aşk yoktur.
“Bir
yatak sereriz renkli bir çocuk hayaline / Bir gün ışığı demleriz kızıl ve sıcak
/ Bir de biz olursak terli yani ıslak / Yazıyor, yazıyor / Artık delirerek
sevmek yasak!”
Onur Sakarya
kitabındaki şiirlerde sürekli olarak toplumsal ilişkileri önceleyerek oluşturur
dilini ve okurda gel gitler ve farkındalıklar yaratmak için üslubunu “alt
kültürün” üslubuna indirger. Bu üslup zaman zaman sertleşse de “bayağılığa”
indirgenmez. Üslubu yükselir ve alçalır, siz gerçekliklere yüzleşirsiniz. Haddi
zatında bu gerçeklikler sizin içinde yaşadığınız ve fark ettiğiniz ama ifade
edemediğiniz gerçekliklerdir. Şimdi ilk defa bir “alt kültür” ya da ücretli
yaşama mahkûm ve entelektüel bir faaliyet içinde bulunamayan bir proleterin
gözünden dünyayı algılamaya başlarsınız. Onur Sakarya bu işi başarı ile
yapabilen bir şairdir bu yüzden.
“Efsane
rampacı” adlı şiirinde kullandığı dili nasıl yükselttiğine
şahit olursunuz. Elbette şiirinden bazı dizileri buraya aktarmak şiirin
bütünlüğünü bozmaktadır çünkü o bütünlüğü içinde şiirindeki anlamlandırmayı
daha güçlü olarak yapacaksınız bu yüzden de hararetle bu şiir kitabını
okumanızı tavsiye ederim. Ayrıca şiirlerinin tamamı ile de eleştirel okumanız
daha bir anlamlı olacaktır.
“Ekmek
kazanın lan, dön gel / Milli piyangoya her ay domalın lan, es gel / Hıyarmatiği
icat edersem bu ülkede problem kalmayacak / Bıyıklı taytlar da kültürümüzün bir
parçası / … / Tek suçum yoksulluk / Tek suçum patlak pantolon / Tek suçum yamuk
devrim (**) / Yine de / Bir tırtıla bin ve elmayı kutsa (***) / Bebek bezi
reklamlarına tap / Her şey yumuşak çünkü / Dünya yumuşak çünkü / Eller havaya
çünkü / Kilerde gözleme askerleri var / İleriden v yakalı kılıç ebeleri / Bu ne
lan, demeden önce son söz / Ben böyle bakır umudun kalayına vururum / Bu ne
lan?”
Şimdi şiirde ya da
edebi metinlerdeki politik vurguları biz, onların sürüdürülebilir günlük
politik uğraşları olarak almıyoruz. Yoksa o zaman onlar edebi metinler yerine
politik metinler olur. Politik metinler günün politik seyrine çözümler üreten
metinler olarak bakabiliriz. Diğerinden farklı olarak edebi metinlerin ifade
edilişleri sırasında “kabul görmeleri” dışında dili oluşturma, üslup ve
tekniğini kurgulamadaki becerilerin “beğeni” ile ifadeleri gerekmektedir. Bu yüzden şairimiz edebi kimliği, politik vurgularda
insan yaşamından hareketle toplumsal ilişkilerin tarihsel devinimi içinde o
ilişkilerin görünürdeki gerçeklikten hareketle bize gerçekliğin iç
dinamiklerini göstermesi ve eleştirel bir bakış sunmasında yatar. Bu yüzden ben
şiirlerindeki hem içerik hem de içeriğe uygun bir üslup ve dil yaratılmasını
önemsiyorum ve ayrıca bunu çok değerli buluyorum. Çünkü eleştirel yaklaşımdaki
içerikle şiir metninin kurgulanması arasındaki uyum iyi kotarılmış ve özgün
şiirler bütününü yaratmıştır.
Şairimiz Onur
Sakarya’nın “Loto Kafa Loto Mermer” kitabında buluşmak ümidiyle…
Öptüm hepinizi.
Mete
Kaynaroğlu / Ocak - 2020
(*)
Kamyon
/ Onur Sakarya / Mu Yayınları – eylül 2015
(**)
Mayokovski
/ Pantolonlu bulut (kitabına gönderme olabilir)
(***)
Kutsal kitaplarda Havva’nın elmasına gönderme olabilir
Başarılar dilerim okuyanı çok olsun saygılarımla...
Dileğiniz için teşekkürler