
Özlem
Mevsimin tebessümlerin dolduruyorum
Nisan tasına ve özne olmayı özlermiş gibi yapıp feryadımı salıyorum boşluğa.
Sözcüklerin teberrüzü sakıncalı
mevsimin de şapkasını çıkarıp rüzgârı selamladığı ve rüzgâr olmanın özlemiyle
dolup taşıyor öznem ve hala verilen emir kipine talim ediyorum oysaki ne emir
eriyim ne de mecburi hizmetini sürdüren bir tebessüm.
Oyalandığım da doğrudur hani içime
yağan yağmurda bir damla olmaya dahi mecalim yokken esen rüzgâra mı verip
veriştireceğim ve ertelediğim her yeni başlangıç uğruna telef olan hayallerimin
çaputunda da mı esecektir yüreğin yelesine eşlik eden o sıcak yel ve ellerin
umurunda olmadığım kadar en yakınlarımdan mı alacağım o ilk yardımı…
Bulup buluşturduğum ne varsa yüzüme
asıyorum ve mandallıyorum yeni çehremi belki de ömrümde hiç asmadığım kadar
yüzümü asıp hıçkırıklarım hapşırıp da fışkırıyor yalnızlığın sırtına ve dağ
tepe aşıp hala ulaşmayı diliyorumdur yaralı kanatlarına ebabil kuşunun.
Nesnemin ne olduğu tartışılır belki
de geçiştiriyordur insanlar, neyin nesiyim diye.
Ve işte dar boğaza düşen bir gemi
gibi…
Belki de içimde salınan o gemici
feneri…
Devamı olmayan acıların çetrefilli
beraberliği ve düş kırıklarına tahammül edemiyorum artık sadece orta yere
bırakıyorum sözcüklerimi bir de yamalı sesini yüreğin ekip de yolun ortasına ve
süzgeçten geçecek gün ışığı ile suladığım içimin rehavetini sonlandırmanın
verdiği o ihtimal dâhilinde bir solukta yitip da gidip işte umudum…
Normların kalıplardaki mevcudiyeti.
Normalin de neye denk düştüğü…
Patavatsız bir izlekte hüküm süren
gölgeler ve muadili nice homurtu ve işte kapışan insanoğlu ve üstünkörü
mevcudiyetleri yüzünden kurunun yanında yaşın da yandığı elbet bitmeyen
izdihama yenik düşen yalnızlık diğer adıyla kuru kalabalık ve bitmeyen gürültü.
Sözcüklerin kaynadığı bir kazan ve
kepçeyi daldırıp kendimi de pay ettiğim bir menü belli ki sosyal mesafenin
artık kanıksandığı yenidünya düzeninde bahtımıza ne çıkarsa mantığı ve açlığın
asla sonlanmadığı tok gözlü bir insana ise şüpheyle bakıldığı.
Latif bir esinti.
Aşkın hunharca katledildiği.
Kuram dışı.
Rüzgârın b/ağrına sinen sinem ve
unutkan hecelerim ve işte isli yalnızlığında şehrin matbu bir özleme kayıt
düşüyorum ve aşkın öznesi ibaresi ile s/alınıyorum hoyratça.
Bir düş katresi isem…
Bir düşe gebe ise şecerem…
Atıl yürek sesimde saklı noksansız
her mavi.
Bir de reçinesi yalnızlığın aşka
hükmeden tok sesi kaderin nasıl ki çıktı yoldan elbet alt yazısıdır unutkan
bültenin her şiir ve her devasa hüzün, kayıtsızlığın izleğinde saklı sırlar ve
hayal heybem aşkın da kibrine eşlik eden özlemin seğirdiği her düzlemde bir
tabu mahiyetinde içimde dolanan aşk ve gizem soyut bir resmin de tek simgesi,
terk edilmişliğin imgesi iken içinde kaybolduğum satırlar ve yuhalanan nice
yeis…
Bekası ömrün, s/özlendiğim düşler.
Hayatın haritası nice yokuş saklı o
devasa alt bilinç kopup geldiği maziye sayıp söverken her düş gerçeklerin
yalıtıldığı bir hengâme adeta hörgücü seyrüseferin bir bilinmeze gebe yüreğin
serenadı aşkın da izdivacı tanrısal bir kehanetle içine sindiğimiz merkezcil
deprem göğe kat çıkan iblisin savsakladığı masumiyet ve insanlığa duyduğu öfke
ve hınç.
En yeşilinden göğün gözleri aslında
deniz olmaya bin şahit ne zaman içimde kapıldığım selde çıkıp da menzilden bir
damlası olmaya hasret devasa denizin ve deniz gözlerinde aşkın hırpani bir
sevinç ve şimdi elediğim mazim ve yarın dokunmaya da mecalim yokken sevgisiz
geçen ömre savurduğum bir itiraz her çentikte yeniden doğacak olmanın özlemi
ile ölmelere doyamadığım binlerce satıra serdiğim sırlarım ve çehrem bir
imgeden bile dik başlı iken gizli öznem.