
Pi̇şt, ses etmeyi̇n lütfen
Düş ağacında deme yolunun bir
uzantısı gibi o darağacı.
Sehpanın köşesine çarpıp da kocaman
bir morluk edindiğim misafir odası belki de düş gezginlerinin sirayet ettiği
bir kapı aralığından duyulan sesleri.
Sıfatların izdihamında özne olmaya
meyletmiş bir fıtrat gibi içimin tıkış tıkış odalarında bir hava sahanlığı
belki de az sonra göğü aydınlatacak havai fişekleri.
Zanlar da tıklım tıklım yine de
duymazdan gelip pişkince çocukluğunu yaşayan eski bir ev eşyası gibi hala ilk
alındığı günkü özenle yerleştirilmiş odanın başköşesine.
Satır aralığında dikmişken gözümü
diğer gözüm Pamuk’un romanındaki sayfaları ziyaret ediyor ve pek düşkün olmasam
da onun romanlarına iç dünyasını çözmeye çalışıyorum kahramanlarının yarattığı
ve yaşattığı belki de yeşerttiği belki de ta kendisi iken yazdıklarına tutunan
bir okuyucu kimliğim ile iç bükey aynasında fesat dünyanın kıpraşan ihaleleri
yok sayıp kendi mıntıkamda gezintiye çıkıyorum yorgun gecenin telaşını
görmezden gelip yeni bir haftaya başlama heyecanı ile kendime satırlar hediye
ediyorum ve hangi baltaya sap olamadığımı yok sayıp yazın dünyasında bir yer
edinmeye çalışıyorum. Gülmeyin de hani hem kim ölmüş yalandan, demenin meali
iken kendime fısıldadığım dokunaklı bir şarkının nakaratında fink atan notalar
gibi belki de kendime nota verdiğim ve düzlemi yok sayıp kavisli bir yolda
titreşime sebebiyet veren iç sesimle derinden derine düşünüyorum elbette
düşüyorum da ve üşümediğimi iddia edip kendimi soğuk bir kış gecesine hayal
ediyorum.
Kuram dışıyım işte ve kurduğum tüm
soytarı denklemler güme gitti elbette hipotezler de.
Ve yüksek lisans yaptığım yıllarda
asla tamamlanmayacak tezimle sözüm ona rüştümü ispat ediyorum kifayetsizliğime.
Hangi minval sizce ya da hangi enlem,
hangi boylam.
Düş meclisinde yola çıkıp da
varamadığım gerçek dünya belki de tam tersi. Hayatın tek düzeliği ve ısrarcı
bir kesim tarafından keşif yapılan iç dünyam elbette boyutsuzluğum bir alâmetifarika
bir duşakabin gibi içine girip de cümlelerle her bir cümlenin çektiği ve başka
bir hüviyete büründüğü banyo sonrası hala kurulanmayı bekleyen bir yavru kedi
gibi içim içimi tırmalarken insan olduğuma da şerh düşüyorum hani olur da
görünmezliğim bir ömür süregelir, diye.
Zorlu bir yolculuk addetmediğim hayatın
beni nasıl da yanılttığı ve kendime hazırladığım o iksire ihanet edip demli bir
çaydanlık çayı boca ediyorum boğazımdan aşağı.
Şekersiz ve çok koyu kaç fincan çay
ise hala ayılamadığım ve hala güzellik uykumdan uyanamadığım.
Mevsime b/akıyorum da…
Mevsimin seyri değişsin diye adaklar
adıyorum kendimce. Bir yağmur özlemi ve sonbahar özentisi adeta yaprak
kımıldamazken sağanağa esir düşmenin özlemi ile sağdıcım olan şemsiyemle hazır
ol’dayım: her an başlama ihtimalini göz önünde tutarak esinti ve nem yüklü bir
havayı solukluyorum en azından yazarken kendimi ve iklimi resmettiğim bir
sonbahar güncesi gibi sıkı sıkıya da sarılıyorum inancıma ve hayallerim de
devri âlem yaparken ben sünepe bir kedi gibi sıcak sobanın hayalini kuruyorum.
Doğal gazla ısınmak pek bir cazip
gelse de günümüz insanına ben hala mazinin özlemi ile kaç odun attığımızın
hesabını tutmadan sıcaklıkta mayışan miskin bir canlı olmayı yâd ettiğim düne
gidiyorum.
Yol yorgunuyum lakin bu, tamamen
düşsel bir gezinti.
İçim ezik ve yüreğim kanarken içimden
gelmiyor işte fiziki anlamda nerede olduğum değil de ruhumla yazdığım ve
ruhumla gezdiğim körpe sokaklarında sözüm ona kentsel dönüşüm ile ihya edilesi
bir şehir özlemi ile eski İstanbul’umu arzu ediyorum belki de Orhan Pamuk ile
tek ortak noktamız ya da ikinci ortak noktamız.
O, yazmak adına büro olarak
kullandığı dairede volta atarken ben zihnimin koridorlarında geziniyorum ve
elbette iki İstanbul sevdalısı tıpkı onun rüştünü ispatladığı İstanbul’a
kökleri ve gönlü ile bağlıyken aynı akıbeti yaşıyor olmamızın da pek önem arz
etmediğini düşünüyorum.
Dağ dağa küsmüş de misali… ben onun
kahramanlarını sindirmeye çalışırken ve onun okuyucu kitlesine hangi gözle
baktığını da tahmin etmeye çalışırken.
Boyutsuzluk işte tam da böyle bir şey
hele ki çocukluğuma uzandığımda aşka düştüğüm ne çok yabancı oyuncu. Bir Robert
Redford misal ve İngilizce öğrenir öğrenmez nice ünlünün fan adresini bulup da
birer imzalı resimlerini edindiğim üstelik adresime ulaşan ve hala saklı
tuttuğum.
Sözcükler pek bir küskün dururken yüreğimin
bir köşesinde…
Yüreğim daralırken kendime olan
inancımı yitirip de…
Nihayetinde kendime yabancılaşıp
hangi amaçla yaşadığımı ve yazdığımı sorgulama noktasına geldiğim elbette suç
unsuru bir söylemde ya da alıntıda bulundum mu diye kalemimle ve ruhumla olan
kavgam.
Hayat denen uzun mesafe koşusu ve ben
kocaman bir es verip de esin kaynağım olan duygularımla hemhal ve bu sayede
içimdeki okyanusu kova kova satırlara boşalttığım aynı oranda sevgi ve inanç
anlamında sonsuzluğa şerh düşmenin nasıl bir duygu olduğunu iyice sindirmek
adına ayıla bayıla yaşadığım ömrün artık pek de bir tadının kalmadığı gerçeğini
yok saymaya çalışıp şükür duygumla direncimi hala saklı tuttuğum…
Ve içimdeki ayna bana küskün olsa da…
Ve ben insanlara hala inanmayı ve
sevmeyi de şart koşarken…
İnanılmaz gözlerle hayatı taradığım
aynı anda radarına takıldığım bilinmezlik ve bilinmezle kurduğum diyalog
sayesinde içime serilen ferahlık ve düş gücümle sıkılmaya nokta koyup bir hayal
okyanusunda bir gün mutlu olmanın da imkân dâhilinde olduğuna inanıp ve de
uyanmak istemediği bir rüya ve lütfen sizler de sessiz olun ve gelin beraber
yaşayalım bu rüyayı sonra da üstünü örtelim cümlelerin elbette sevginin de…
Pişt, ses etmeyin lütfen.
Ama sevmeye devam etmeyi de
unutmayın.
Pişt, ses etmeyin lütfen.
Ama sevmeye devam etmeyi de unutmayın.
Ve pes etmeyelim lütfen, yüreğine sağlık arkadaşım sevgilerimle...
Çok teşekkür ederim arkadaşıma.
Sevgimle.