‘’Kendi başıma kurduğum dünyayı
günlük hayatın içinde karşılaştığım insanların arasına çıkaramıyordum. Kendime
kurduğum dünya ile neredeyse yeraltında para basan biri gibiydim.’’(O. Pamuk)
Bir düş arasında yolumun düştüğü
gerçek dünya belki de tam tersi.
İzah etmem gereken ne ise diğer yanda
böyle bir sorumluluğu neyin gerektirdiği ya da varsa merak eden etmeyen sırıtan
güneşe borcum belki de içimdeki karanlığı aydınlığa sunmakla mükellef olduğum.
Bir hezeyan ertesi kapışan iç sesim
ve kâinat: bakmayın neyi genelleme yaptığımı sonuç itibari ile dünya demekle
kast ettiğim küçük bir kalabalık elbette içimdeki izdihamı neyle eş değer
tutmam gerektiği hakkında bir fikre de sahip değilken.
Hoş, sahip olduğum ne var ki?
Katlar ve yatlar ve yüklü bir banka
hesabı mı?
Gülebildiğiniz kadar gülün bana
üstelik izin almadan beni alaya alan alayı insanlığın asla bir itiraz hakkı
tanımamışken de bana ömür Billah.
Sözcükler naftalin mi kokuyor yoksa?
Güvenin yiyebileceği bir kumaş parçası değil oysa belki de gül suyu döktüğümdendir
üstüne yine de üstüme alınmamaya çalışıyorum ama her şey o kadar açık seçik ki.
Masa lambamı özledim yine sokak
lambasının çapkın göz kırpışlarına çoktan teslim oldum en azından gecenin
karanlığına birlikte göğüs geriyoruz üstelik sokağa çıkma kısıtlaması olduğu
halde gecenin bir vakti sokağı mesken tutanlara filan da aldırış etmiyor o
sokak lambası.
Ne pervaneyim ne de mum gerçi mum
gibi sessizliğime rağmen beni bir ateş topu addedenler var ama…
Eh, o kadar da olsun değil mi?
Sen bir ömür sessizlikle terbiye ol
ve şimdi gelmiş zıvanadan çıkmış sağımdaki solumdaki insanlar: azıcık da ben
haykırayım ara sıra en azından ayakta ve sağlam ve başım dik olduğundan yana
şüphe etmesinler.
Gecenin yapraklarını karıştırır ve
kendimi ararken bir anda Orhan Pamuk’un ‘’Öteki Renkler’’ isimli kitabında rast
geldiğim o cümle, yazımın başında yer verdiğim gerçi Pamuk’un hiçbir kitabını
baştan sona okumayı tamamlamamış biri olarak bir övgü ya da yergide bulunma
hakkım yok ama bu alıntı cümlede öylesine kendimi buldum ki.
Evet, kendimi ara sıra buluyorum bir
yerlerde bazen sokağın ensesine şaplak indirdiğimde; bazen durduk yere kötü ve
huysuz biri olarak addedildiğinde ve hala masumca ağlamayı sevdiğimi de beyan
ederken azıcık da kendimi sevmeye başlamışken ve ansızın neler mi oluyor?
Bu kadar küçük bir dünyam varken
içimdeki geniş dünyayı bastırmaya kalkan birileri olmuyor mu hani durduk yere
ve işte o zaman gözüm dönüyor.
Bir g/izim belki de kimselere
benzemeyen.
Çok da izafi iken yaşadıklarımı dile
getirmek.
Ve hala da anlamadığım, bu insanlar
neyin derdinde, diye…
Üstelik kimselere akıl sır ermezken
bu da yetmezmiş gibi, benim neyin derdinde olduğum hakkında ileri geri konuşup
sav üretenler.
Birileri ölüyor bir yerlerde ve
gecenin sessizliğinde yoldan geçen ambulansların siren sesine bakıyorum ve
elbette tanıdığım tanımadığım herkes için dua ediyorum bazense o ambulansın
içinde bir gün bulunma ihtimalimin olup olmadığını düşünüyorum ve işte
kaygılarım o an nasıl da tavan yapıyor.
Elbet iyi düşünmek adına da elimden geleni
yapmıyor değilim ama gelin görün ki; hayatımın saçmalıklarına eşlik ederken iç
sesim ve de dış ses tezahüratta bulunurken ne aydınlık kalıyor ne de umuda dair
düşünecek söyleyebilecek bir şeyler bulabiliyorum.
Korunaklı bir dünyam olmuşken bir
ömür elbet son on yılı kayıt altına almamışken ve bu da yetmezmiş gibi ruhumu
çırılçıplak bırakıp aralıksız ya da zaman zaman yazıyorum belki de bir ömür
takibinde olduğum yazgımla inatlaşıp sözüm ona hayatımı yola koyuyorum.
Kocaman da bir kandırmaca hani zaten
yaşadığım sıkıntılara eşlik edecek yenileri de kapıda beni beklerken ve ben bir
şeyleri illa ki de bekletiyorum en azından iki yönlü bir bekleyiş.
Kendi başıma kurduğum o sefil dünyam:
siz deyin o sene ben diyeyim on beş sene hele ki her şeyden elimi ayağımı çekip
de içime kaçmışken belki de gözüme kaçan hayal kırıklıklarından her şeyi flu
gördüğüm yetmezmiş gibi hayattan da bir temenni olmazken ve işte sırdaş
dostumla hasbıhal ettiğim gerçi kalemin de mizacı ayrı hoş ama.
Üstelik kalemi elime alıp da nereye
yolculuk yapacağımı en başta ben kestiremezken öncesinde okuma aşkıyla yuttuğum
kitaplar ve bir gecede 300-400 sayfalık kitapları okumayı başarıp o koca
dünyayı içime sığdırmışken.
Elbet çocukluğumdan bu yana okuduğum
bilmem kaç kitap binlerce belki yüzbinlerce sayfayı içime çekip sonra tamamen
dolduğum.
Ardından beş seneye yakın zaman elime
kitap almayıp aslında kendimi sayfa sayfa d/okuduğum ve de hiçbir şey
anlamadığım gelin görün ki hayatın kaygan zemininde hayta bir patinaj yapıp
kafamı gözümü kırdığım…
Yetmedi tabii ki de…
Kalbimi kıran bir dünya dolusu insan
üstelik bir ömrümü adadığım en yakın dostlarım, akrabalarım hatta konu komşu.
Ve işte kaskatı kesildiğim o son
zamanlar değil okumak içimden konuşmak bile gelmezken ve bingo!
Pamuk’un kendine has dünyası.
Nobelli bir yazara öykünecek halim
olmasa da içimdeki devasa kainatı dışa vurmak adına bir iç güdünün yeni yeni
farkındalığına varıp son anda kalpazanlar gibi içeri atılmaktan kurtulduğum
belki de hayatım kotardığım üstelik ihtimal dâhilinde bile olmayan sayısız
mucizenin ansızın hasıl olduğu.
Ve o da soruyor işte:
‘’Ne kadar anlaşabildiğimiz ise ayrı
mesele.’’
Zor bir insan olduğumu sık sık teyit
ediyor yakınlarım hele ki son zamanlarda üstelik ben bile benden yaka silkerken
yetmezmiş gibi iki yakam da asla bir araya gelmezken ve işte bir anda
iliklendiğim o üçüncü yaka hep de metafor bildiğim o iki yakası şehri İstanbul
ve bu sevdalı şehirden bile komplike olduğumu bilmenin verdiği kabulleniş ve
açılım getirme ihtiyacı da uyanmışken içimde beklenmedik bir anda…
Bazen kurguladığım hikâyeler üstelik
yastık altı yaptığım.
Bazen yazdığım yüzlerce şiir ve düz
yazı-ki asla abartı değil-ve acımadan çöp kutusuna boşalttığım hızımı almayıp
çöp kutusunu da uzay boşluğuna taşıdığım.
Şu da bir gerçek ki; özellikle okulu
bitirip sözüm ona iş hayatında kariyer peşinde koşarken fark ettiğim ama çok
geç fark ettiğim ve bir ömür de itiraz ettiğim maske takma zorunluluğumu asla
kayıt altına almadığım ve tüm doğallığımla iş yaşantısında kabul görmezliğimle
kendime yarattığım o tek kişilik dünyam.
Tabii sonra birilerin gelip musallat
olduğu sonrasında pes edip o dünyayı da kendi ellerimle imha ettiğim yetmedi
hani:
Ölüm bile cazip ve kulağa hoş
gelirken ama bu hakkı kendimde görmediğim ve daha beteri ölümün kızgınlıkla ve
de hırsla hanemizin kapısını sık sık çaldığı.
Tebessüm ettiğime emin olabilirsiniz
hani ne de olsa yalnız olmadığımı biliyorum artık ve ölüm korkusu artık bir
amblem gibi günümüz dünyasında tüm karanlığı ile dünyayı tehdit ederken.
Umudum kalıcı değil hani yine de ara
sıra kıyıya çıkıp üzerimdeki ıslak ve acıtan düşünceleri bir yana fırlatıp
pembeden düş ve düşüncelerle sarılıp sarmalıyorum ruhumu ve aniden girdiğim bu
yolda ne kadar hayra alamet farkındalık sunduğunu görüp Mevla’mın şükre ve sabra
sığınıp yaldızlı bir yol haline getiriyorum sözüm ona önümde uzanan bu yolda
yürürken tali yolların da farkına varıp bu sefer şiirler dikiyorum yüreğimdeki
ve dünyadaki o kocaman deliğe adeta yamalıyorum ruhumun kırıntılarını.
Sakil mi duruyor yoksa?
Ya da bu kadar sefil bir hayatın
nesini prova ediyorum ki ben de bizler de çoktan sırtımıza geçirmişken kaderi
ve de kederi.
Sokak lambam göz kırpıyor ve ben de
ona bakıyorum perdenin arkasından ve artık ambulans sesi duymuyorum gerçi az
evvel polis devriyesi geçti ve kolaçan etti etrafı ama…
Dünyamdan dünyanıza selam olsun ve
gecenin fıtratına en uygun ortamda hala yaşıyor ve umut edebiliyor olmanın da
ispatıdır kaleme aldığım bu yazı ve nicesini de temenni ettiğim.
Son olarak şunu da söylemeliyim ki:
Birileri hep çağırdı beni koca ömür
ve gözümün içine baka baka haykırdılar da:
‘’Sen de bizim gibi ol da gör
bakalım’’ diklendiler üstelik sonra resti çektiğim bu kabullenişe sinirlenip
şimdilerde bir şekilde başka yollarla onlara benzememi buyuruyorlar.
Aslında denemedim de değil hani ama
asla özenmedim ve öykünmedim de birilerine benzemek adına ve işte direnç
gösterdiğim bu hayat tecrübesine yenik düştüğümü de sanmasınlar en azından ben
hala kendi dünyamın müdaviyim ve devasa bir aşkla bu dünyayı yaşanır ve kabullenir
kılsınlar diye sığındığım üç mefhumla yaşama savaşı veriyorum bir o kadar
mutlandığım ve de umuda yelken açtığım.
Severek.
İnanarak.
Hala nasıl oluyor anlamamış olsam da
umudu elden bırakmadan.
Kırıldığımda direncim ansızın hâsıl
olan minik mucizeler ve detaylar sayesinde de bir şeyler yapabiliyor olmamın
verdiği heyecan ve coşku ile de kendime ve hayallerime ve yarınlara duyduğum
özlemi de geçiştiremezken, kendimce mutlu olmayı da bir şekilde
gerçekleştiriyorum işte.
Gerçi uzun süreli ve kalıcı bir mutluluk
ve hoşnutluk değil ama: en azından kalemin vesile olduğu tanışıklığım sayısız
iyi insanla üstelik hayatımda nerede ise herkes protesto ederken beni ve
yazdıklarımı şükrediyorum ki; bir şekilde kabul gördüğümü Mevla’m bana
gösterdi.
Ve işte bağdaş kurduğum aklımın
koridorunda bir bulutta yaşadığıma kani olduğum ve ben bulutun üstünde hayatın
ve dünyanın resmini çizip bir anlamda kuş bakışı gördüklerimi ve
hissettiklerime de anlatmanın verdiği huzur ve güven duygusuyla kendi dünyamı
da yansıtmanın verdiği o coşkuyu da pey ederken insanlarla.
İnsanlar: işte kilit kelime.
İnsanları olduğu gibi kabullenmek ve
hiçbir karşılık dahi beklemeden sevebilmenin verdiği azim ve inançla hayatın da
bir mucize olduğunun bilincinde iken bir o kadar kendimi de sonunda kabullenip
az buçuk da olsa kendimi sevmeye başlamışken.
Gün ağardı işte ve sokak lambası
gündüz uykusuna yattı belki de bu yüzdendir sokak lambası ile kalemim arasında
gelişen bu duygusal bağ en çok da geceyi aydınlık kılmanın imkân dâhilinde
olduğunu bilmek de ayrı güzel hani.
Çok teşekkür ederim
Hayırlı akşamlar diliyorum