
Hey sen sevgi̇li̇ yari̇m i̇stanbul
Mevsimi ve nesri yok bu esrik şehrin
bense dualarımın tercümanı bir yetimim.
İçimin aryaları bazen sükûnet
dilediğim Tanrı ve aşkın afaki mutluluğu ve işte şehre şerh düşen bir şiirden
bir şairden nemalandığım bu bitimsiz duyguların mefkuresi bir yıldızım.
İçimdeki hiçlik makamı.
Yüzümde yorgun çizgiler ve yediğim
simidi paylaşacağım sonsuzluk rüzgarı ile bezeli martılar.
Hurafeler bazen suskun.
Aşk ise bir şehir efsanesi bense
nasıl da bu şehre tutkun.
Manivelası sözcüklerin top yekûn
sökün eden yürekten.
Sancılı gülüşler ve hıçkırık yüklü
yosun tutan Boğaz’ın efkârına yenik düştüğüm anbean.
Göğsümde kıvanç.
İçimde bozguna uğramış yürek.
Yalnızlığımla akıntıya kürek çektiğim
mavi deniz.
İstanbul’un külfeti ve kültürü
bozguna uğratırken zihnimi ve nadasa aldığım aşk ve sefasını sürdüğüm
yalnızlıkla kıyama durduğum günbegün ve şerh düştüğüm her milimi şehrin bense
beynamaz kuşlardan çalmışken bu aşkı ve işte uçuyorum hece hece uçuruyorum
içimdeki yavru kuşu ve umudu.
Hicranın beş hali.
Aşkınsa üç hali Şafak’ın da söylediği
gibi…
‘’Aşkın katı hali ve gaz hali ve su
hali…’’
Susamışlığımı dindiriyorum.
Suskun nidalarımı sözcüklere
döküyorum.
Sancılı bir geceyi gün belleyip…
Şakıyan dilimi gül gibi elleyip…
Uçuşan saçlarım ve bülbüllere nazire
eden kalemim bense yiğit neferiyim aşkın ve bezmişken hayattan bezeli iken
dizelerle ve beti benzi atmış şiirlerden köprüler kurduğum yürekten yüreğe
defnettiğim dünüm ve şüheda anılarım ve işte halden anlayanlar sayesinde bir
bir kaleme alıyorum efkârı ve aşkı.
Hazan yüklü olsam ne ki?
Hüzün içsem nice mi halim?
Kaybolan ritmi ömrün bazen temposu
dinen hayallerin.
Ve topuklarımı vura vura koşuyorum
şehrin bir ucundan diğerine…
Dik başlı mizacım.
Dik yakalı aşkım.
Didişken rüzgâr ve martılar ve yatıya
gelen duygulardan hikayeler derliyorum bazen firakı aşkın bazen fedaisi özlemin
bazense vuslat bildiğim bir çağ yangını ile cebelleşiyorum…
Hümayunuyum belki de yalnızlığım ve
aheste aheste çıkıyorum İstanbul yokuşlarını.
Şimdi Üsküdar’dayım yarın Emirgan ve
günlerimi örerken şık vecizelerle İstanbul’un ruhunu içime sokuyorum aslında
ben İstanbul’a ile şık bir aşk yaşıyorum.
Yaralarımız ortak.
Yansıdığımız gerçek.
Yanıldığımız da.
Ve anıldıkça bir bir kulaklarımız
çınlıyor ve beş vakit ezan sesi ile rükû ediyoruz tüm camilerinde ardı ardına.
Bir türbe.
Bir riayet.
Bir sancı.
Bir asalet.
Dengi dengine.
Aşkın kürü.
Yalnızlığın közü.
İki yakanın birbirine duyduğu hasret
ve Huda’nın çağrısı ve tavaf ettiğimiz her yürek…
Miladi takvimin firarı hicri takvimin
ilamı.
Dokumuz.
Dokunduğumuz.
Serdiğimiz örtüde alyuvarlarımla
akyuvarlarımın uyumu gibi ruh ikizim İstanbul ve ben.
Mizacımız şaşkın.
Tutuk bazen dilim.
Sessizliği bastıran o asil titri
şehrin.
Atlasta ufacık bir yüzölçümü ve
içinde barınan milyonlarca insan nice köprü nice imkân nice darlık kimi için
varlık kimi için yokluk lakin aşk adına muazzam bir katık iken şehri İstanbul.
Sözcüklerimin perçemine damlayan
yağmur gibi.
Gözlerimden sıçrayan kıvılcım iklimi.
İçimin buğrası.
Aşkın nakşı ve neşri.
Bir nesir İstanbul.
Aşka esir İstanbul.
Saadetin ta kendisi kimi zaman
izdiham ötesi yolları ve işte bağdaş kurduğum iki yakası bazen ıskaladığım
bazen ıslıklandığım ve sancılandığım gecenin ertesi yeni güne selam verdiğim ve
deniz kokusunu içime çektiğim…
Zamlı tarifesi aşkın ve ben bu aşka
kefilim, hey sen sevgili yârim İstanbul…
Çok çok teşekkür ederim.
Hayırlı kandiller dilerim.
Yürekleriniz dert görmesin asla